Bu yazı dizisinde, batı basınında yaptığım araştırmalardan derlediğim, Çin ile ilgili ilginç bulduğum bazı bilgileri ve izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çin yıllardır tek çocuk politikası uyguladı. Her
kadının resmi olarak ancak bir çocuğu olmasına izin verilerek 1979'dan beri
nüfus artışı frenlenmeye çalışıldı. Şimdi bu politikanın uygulanışının otuzuncu
yılında Çin, bu politikayı terk etmeye, en azından gevşetmeye hazırlanıyor.
500.000 civarında üreme bekçisi, ağır para cezaları, kreş ve okul masraflarının devlet tarafından üstlenilmemesi, tespit edildiğinde düşük yaptırılması, hatta zorunlu kısırlaştırmaya varan bir yelpazede 30 yıldır baskı yapılarak Çin’in geldiği durumu irdelemek ilginç olsa gerek.
Çin'de eğitilmiş iyi demografların olmadığı bir dönemde, bir roket uzmanı bilim adamı, bu nüfus planlamasını ortaya koymuş.
Bu konudaki başarısını vurgulamak için olsa gerek, Çinli yetkililere göre doğması gereken 400 yüz milyon çocuk engellenmiş durumda.
Oysa batılı bazı araştırmacılara göre ise bütün bunlara hiç gerek yokmuş. ‘1970–1990 arası kadın başına doğum oranı 5,5'lardan 2,3 civarına düşmüş. Tayland ve Brezilya gibi ülkelerde de tek çocuk politikası uygulanmaksızın, hemen hemen aynı düşüşler görülmüş.
'Bu sert politikalar sayesinde en çok 100 milyon çocuğun dünyaya gelmesi engellenmiş olabilir' diyorlar.
Nüfus artışı bir nebze frenlenmiş olsa da, nüfus bileşimi dengeden çıkmış görünüyor. “Bir tane çocuğum olacaksa, bari erkek olsun“ zihniyetiyle kız çocukları ultrason’la saptanıp aldırılıyormuş. Şu anda bile 9 yaş altı nüfusta, 13 milyon erkek fazlası varmış ve 2020'de evlenme yaşına gelmiş 40 milyon civarında erkek fazlası oluşacağını öngören demograflar var. Hükümet şimdiden bu yüksek bekar erkek nüfusun vereceği tepkilerden çekiniyormuş. Bu tek çocuk nesli üstelik şımartılmış bir nesil. Her biri bir paşa, tabiri caizse ‘kralcık'.
Bugün Çin'de yaklaşık 1,3 milyar insan yaşıyor. Bir Çinli kadın başına 1,5 civarında doğum düşüyor. Bu şaşırtıcı istatiksel ortalamanın nedeni tanınan bazı istisnalar. 22 tane istisnası varmış bu ‘Kadın başına bir çocuk‘ politikasının. Azınlıklara ve ilk çocukları kız olan madenci ve çiftçilere tanınan ayrıcalıklar bunların arasında.
Önümüzdeki yıldan itibaren de 5 yıllık planlama çerçevesinde anne ve babanın tek çocuk olmaları durumunda ikinci çocuğa izin verilmesi ve ‘Serbest Ticaret Bölgeleri‘ gibi bazı bölgelerin ‘Serbest Nüfus Artışı Bölgeleri‘ gibi tanımlanarak ikinci çocuklara izin verileceği yeni bir dönem başlıyor. Bunun için 5 bölge pilot olarak planlanıyor. Kısacası Çin artık tek çocuk politikasından aşamalı ve kontrollü bir şekilde iki çocuk politikasına geçiyor.
Şanghay gibi metropollerde yaşayan iyi eğitilmiş ve stresli işlerde çalışan çiftler de artık batı ülkelerindeki insanlardan farksız davranıyorlar. Nüfus artışı düşüklüğünden dolayı daha fazla çocuk için izin verilip çağrı yapıldığı halde, Ya tek çocuk sahibi oluyorlar ya da hiç. Çin'de çocuk sahibi olmak oldukça pahalı.
500.000 civarında üreme bekçisi, ağır para cezaları, kreş ve okul masraflarının devlet tarafından üstlenilmemesi, tespit edildiğinde düşük yaptırılması, hatta zorunlu kısırlaştırmaya varan bir yelpazede 30 yıldır baskı yapılarak Çin’in geldiği durumu irdelemek ilginç olsa gerek.
Çin'de eğitilmiş iyi demografların olmadığı bir dönemde, bir roket uzmanı bilim adamı, bu nüfus planlamasını ortaya koymuş.
Bu konudaki başarısını vurgulamak için olsa gerek, Çinli yetkililere göre doğması gereken 400 yüz milyon çocuk engellenmiş durumda.
Oysa batılı bazı araştırmacılara göre ise bütün bunlara hiç gerek yokmuş. ‘1970–1990 arası kadın başına doğum oranı 5,5'lardan 2,3 civarına düşmüş. Tayland ve Brezilya gibi ülkelerde de tek çocuk politikası uygulanmaksızın, hemen hemen aynı düşüşler görülmüş.
'Bu sert politikalar sayesinde en çok 100 milyon çocuğun dünyaya gelmesi engellenmiş olabilir' diyorlar.
Nüfus artışı bir nebze frenlenmiş olsa da, nüfus bileşimi dengeden çıkmış görünüyor. “Bir tane çocuğum olacaksa, bari erkek olsun“ zihniyetiyle kız çocukları ultrason’la saptanıp aldırılıyormuş. Şu anda bile 9 yaş altı nüfusta, 13 milyon erkek fazlası varmış ve 2020'de evlenme yaşına gelmiş 40 milyon civarında erkek fazlası oluşacağını öngören demograflar var. Hükümet şimdiden bu yüksek bekar erkek nüfusun vereceği tepkilerden çekiniyormuş. Bu tek çocuk nesli üstelik şımartılmış bir nesil. Her biri bir paşa, tabiri caizse ‘kralcık'.
Bugün Çin'de yaklaşık 1,3 milyar insan yaşıyor. Bir Çinli kadın başına 1,5 civarında doğum düşüyor. Bu şaşırtıcı istatiksel ortalamanın nedeni tanınan bazı istisnalar. 22 tane istisnası varmış bu ‘Kadın başına bir çocuk‘ politikasının. Azınlıklara ve ilk çocukları kız olan madenci ve çiftçilere tanınan ayrıcalıklar bunların arasında.
Önümüzdeki yıldan itibaren de 5 yıllık planlama çerçevesinde anne ve babanın tek çocuk olmaları durumunda ikinci çocuğa izin verilmesi ve ‘Serbest Ticaret Bölgeleri‘ gibi bazı bölgelerin ‘Serbest Nüfus Artışı Bölgeleri‘ gibi tanımlanarak ikinci çocuklara izin verileceği yeni bir dönem başlıyor. Bunun için 5 bölge pilot olarak planlanıyor. Kısacası Çin artık tek çocuk politikasından aşamalı ve kontrollü bir şekilde iki çocuk politikasına geçiyor.
Şanghay gibi metropollerde yaşayan iyi eğitilmiş ve stresli işlerde çalışan çiftler de artık batı ülkelerindeki insanlardan farksız davranıyorlar. Nüfus artışı düşüklüğünden dolayı daha fazla çocuk için izin verilip çağrı yapıldığı halde, Ya tek çocuk sahibi oluyorlar ya da hiç. Çin'de çocuk sahibi olmak oldukça pahalı.
Nüfus planlaması o kadar başarılı olmuş ki Çin'de, şimdi çalışacak genç
nüfus yetersizliği ve yaşlanan bir toplumun sıkıntılarıyla karşı karşıyalar.
20 yıl sonra Çin'de 300 milyon emekli yaşıyor olacak.
Bu sayı Amerika Birleşik Devletleri nüfusuna yakın. Bugün her emekliye beş
çalışan bakarken, 2040'ta her 2 çalışan bir emekliye bakabilecek. Hala düşük
seyreden ücretlerle bu önemli bir açmaz. Eskiden genç iş gücünün akın ettiği
endüstri bölgelerinde, daha bugünden işçi sıkıntısı baş göstermeye başlamış
durumda. Bu azalan iş gücü desteğinin önümüzdeki on yıllarda yıllık ekonomik
büyüme hızını yüzde 2 civarında aşağı çekebileceğini öngören ekonomi uzmanları
var.
Çin'in sosyal ve adalet sistemine güvenemeyen, artan emlak fiyatlarından bunalan, Çin’in katı eğitim yönteminden çocuklarını kaçırmak isteyen yetenekli, eğitilmiş genç nüfusun başta Amerika olmak üzere, Kanada ve diğer gelişmiş ülkelere göç ettiklerini de hesaba katmak lazım. Arkadaş çevresi, reklamlar, ve medya hep beraber bu trendi körüklüyorlar. İnsanlar kendileri ve çocukları için daha güvenli bir gelecek gördükleri ülkelere göç ediyorlar akın akın.
ABD'nin neredeyse 3 katı, yılda 350 bin civarında mühendis yetiştirip, kremanın kremasını her yıl gelişmiş ülkelere kaptırıyor Çin. Bir kısmı da yatırımcı, girişimci kimliğiyle başvuruda bulunup gitmekteler. Müthiş bir kan kaybı bana göre.
Çin açılıp yumuşadıkça bu trend zamanla yavaşlayacaktır kuşkusuz. Ayrıca göçmen Çinlilerin ülkeleriyle bağlarını her zaman sıkı tuttuklarını düşünürsek; bu, uzun vadede Çin’e bilginin geri akışı demektir de aynı anda. Üstelik göç, Çinliler için tek yönlü bir yol olarak görülmüyor henüz. Avrupa'ya ilk işçi olarak giden vatandaşlarımızın psikolojisi hakim, yeni göç etmeye niyetlenenlerde henüz.
Önümüzdeki on yıllarda artık batıya yetişmek için değil, batıyı geçmek için vites yükseltmeye hazırlanan bir Çin var. Her ne kadar bireysel olarak sıkıntıları, hoşnutsuzlukları olsa da, yakaladıkları kalkınma hızıyla ve elde ettikleri kazanımlarla kendileriyle gurur duyan bir Çin var.
Artık batıyı hayal kırıklığına uğratırcasına batıyı kendine örnek almaktan vazgeçmiş, kendi yolunu çizen, kendisine akıl verilmesinden, eleştirilmekten pek hoşlanmayan, “Bundan sonrasını tek başımıza da gidebiliriz, bu batıyla da olur, batısız da “ diye batıya meydan okuyan bir Çin.
Batılıları muhtemelen asıl ürküten ise, demokrasi ve birçok özgürlüğün olmadığı, batılı ölçülere göre özgür basının olmadığı, katı otoriter bir toplumun, bunca soruna, hantal yapıya ve kalabalık nüfusa rağmen, bu denli istikrarlı kalkındığı olsa gerektir herhalde.
Batının değerlerini ve sistemini kabul etmeye çalışan ülkelerin zenginliklerini pek de arttıramadıklarını, batının refahı dışında her şeyini paylaşmaya hazır olduğunu düşünen Çinli yöneticiler, bugünkü Çin’i batının bugünü ile değil, Çin'in bu günkü gelişmişlik seviyesine tekabül eden batının eski dönemindeki değerlerle ve sosyal-hukuksal düzeylerle karşılaştırarak, batıdan daha insancıl ve ileri olduklarını düşünüyorlar.
Çin’deki değişik bir kapitalizm... Artık “Ne olursan ol gel“ modunda değiller.
Her türlü sermaye ve yatırıma açık değiller. Akıllı ve temiz yatırımlar istiyorlar, ülkelerine gelmek isteyenlerden.
Çin'in sosyal ve adalet sistemine güvenemeyen, artan emlak fiyatlarından bunalan, Çin’in katı eğitim yönteminden çocuklarını kaçırmak isteyen yetenekli, eğitilmiş genç nüfusun başta Amerika olmak üzere, Kanada ve diğer gelişmiş ülkelere göç ettiklerini de hesaba katmak lazım. Arkadaş çevresi, reklamlar, ve medya hep beraber bu trendi körüklüyorlar. İnsanlar kendileri ve çocukları için daha güvenli bir gelecek gördükleri ülkelere göç ediyorlar akın akın.
ABD'nin neredeyse 3 katı, yılda 350 bin civarında mühendis yetiştirip, kremanın kremasını her yıl gelişmiş ülkelere kaptırıyor Çin. Bir kısmı da yatırımcı, girişimci kimliğiyle başvuruda bulunup gitmekteler. Müthiş bir kan kaybı bana göre.
Çin açılıp yumuşadıkça bu trend zamanla yavaşlayacaktır kuşkusuz. Ayrıca göçmen Çinlilerin ülkeleriyle bağlarını her zaman sıkı tuttuklarını düşünürsek; bu, uzun vadede Çin’e bilginin geri akışı demektir de aynı anda. Üstelik göç, Çinliler için tek yönlü bir yol olarak görülmüyor henüz. Avrupa'ya ilk işçi olarak giden vatandaşlarımızın psikolojisi hakim, yeni göç etmeye niyetlenenlerde henüz.
Önümüzdeki on yıllarda artık batıya yetişmek için değil, batıyı geçmek için vites yükseltmeye hazırlanan bir Çin var. Her ne kadar bireysel olarak sıkıntıları, hoşnutsuzlukları olsa da, yakaladıkları kalkınma hızıyla ve elde ettikleri kazanımlarla kendileriyle gurur duyan bir Çin var.
Artık batıyı hayal kırıklığına uğratırcasına batıyı kendine örnek almaktan vazgeçmiş, kendi yolunu çizen, kendisine akıl verilmesinden, eleştirilmekten pek hoşlanmayan, “Bundan sonrasını tek başımıza da gidebiliriz, bu batıyla da olur, batısız da “ diye batıya meydan okuyan bir Çin.
Batılıları muhtemelen asıl ürküten ise, demokrasi ve birçok özgürlüğün olmadığı, batılı ölçülere göre özgür basının olmadığı, katı otoriter bir toplumun, bunca soruna, hantal yapıya ve kalabalık nüfusa rağmen, bu denli istikrarlı kalkındığı olsa gerektir herhalde.
Batının değerlerini ve sistemini kabul etmeye çalışan ülkelerin zenginliklerini pek de arttıramadıklarını, batının refahı dışında her şeyini paylaşmaya hazır olduğunu düşünen Çinli yöneticiler, bugünkü Çin’i batının bugünü ile değil, Çin'in bu günkü gelişmişlik seviyesine tekabül eden batının eski dönemindeki değerlerle ve sosyal-hukuksal düzeylerle karşılaştırarak, batıdan daha insancıl ve ileri olduklarını düşünüyorlar.
Çin’deki değişik bir kapitalizm... Artık “Ne olursan ol gel“ modunda değiller.
Her türlü sermaye ve yatırıma açık değiller. Akıllı ve temiz yatırımlar istiyorlar, ülkelerine gelmek isteyenlerden.
Çin temel bilimlere ayırdığı bütçeyi de her yıl neredeyse yüzde yirmi
arttırıyor yıllardır.
Sporda yaptıkları ataklarla Olimpiyatlar'da
topladıkları altın madalya sayısında batıyı nasıl geçtilerse, önümüzdeki
yıllarda da aynı şekilde bilimde ve teknolojide batıyı geçmeye hazırlanıyorlar.
1977 yılında temel parçacık araştırmaları ile fizik Nobel ödülü alan ekipten biri olan Samuel C. C. Ting ve 2009 fizik Nobel ödülünü alan ekipte yer alan Charles K. Kao gibi Çinli kökenleri olan ama batılı ülke vatandaşı olup, batı adına araştırma yapan bilim adamlarıyla buruk bir gurur duyuyorlar. Keşke bu araştırmalar Çin'de olsaydı diye hayıflanıyorlar.
Eski Sovyetler'den aldıkları teknolojiler üzerinde öğrenip hızla geliştirme aşamasına geçen Çin bilim adamlarının, önümüzdeki yıllarda, mesela 2020'de bir Çin Uzay İstasyonu da içeren uzay projeleri dahil, büyük projelere imza atacaklarından kuşku yok.
Bu büyüklükte mega proje belirlenmiş ve hedefler konmuş durumda. Belli bölgeler bu amaçla araştırma üsleri haline getirilmiş ve buralara artarak süren yatırımlar yapılıyor. Temel bilimlerdeki gelişmelere de, önümüzdeki on yıllara da Çin damgasını vuracak gibi.
Okul bitiminde tek sınav hakları varmış çocukların üniversiteye girebilmek için. Eski hanedanlık döneminden kalan sıkı, otoriter ve ezberci bir eğitim anlayışı hâkim okullarda ve bu yaratıcılığa, araştırmacılığa, yeniliklere açık bakış açısına ve risk almaya ket vuruyor. Merkezden belirlenen bütçelerle “Bilim için bilim değil, fayda için bilim “ anlayışı ile araştırmaların çerçevesini çizen bir merkezi otorite var.
Bu merkezi otoriter yapısıyla Sovyet Bilimler Akademisi çağrışımı yaptı bende. Akademik payelerin büyüsüne kapılan, araştırma bütçelerinden pay kapmak isteyen akademisyenlerin çok sık intihale başvurdukları söyleniyor. Fizikle ilgili yayınlarda sözgelimi Çin çok önlerde olmakla birlikte yapılan atıflarda 60. hatta 70. sıralarda yer alıyor. İntihal oranını üçte birden yarı yarıya kadar tahmin edenler var.
Böyle bir ortamda bu atılımlar pek kolay olmayacaktır belki. Katı, ama bu kalabalık nüfustan kremanın kremasını seçen Çin, yetiştirdiklerini dış ülkelere kaptırmaz, projelerini iyi yönetir, ülkeye bilgi akışını hızlandırır ve iyi yönetebilirse bu süreci, bu araştırma atılımları hedefine ulaşabilir.
Hızla öğrenen dinamik bir yapıya sahip olan Çin kültürü, üretimle ve kalkınmayla ilgili sorunlarını hızla çözdükçe, yine dünya üretiminin merkezi haline geldikçe, bu sorunlarını da sırasıyla çözecektir kuşkusuz.
Kültür devrimi ise verdiği hasarlarla acı bir anıdır Çinlilerde.
1977 yılında temel parçacık araştırmaları ile fizik Nobel ödülü alan ekipten biri olan Samuel C. C. Ting ve 2009 fizik Nobel ödülünü alan ekipte yer alan Charles K. Kao gibi Çinli kökenleri olan ama batılı ülke vatandaşı olup, batı adına araştırma yapan bilim adamlarıyla buruk bir gurur duyuyorlar. Keşke bu araştırmalar Çin'de olsaydı diye hayıflanıyorlar.
Eski Sovyetler'den aldıkları teknolojiler üzerinde öğrenip hızla geliştirme aşamasına geçen Çin bilim adamlarının, önümüzdeki yıllarda, mesela 2020'de bir Çin Uzay İstasyonu da içeren uzay projeleri dahil, büyük projelere imza atacaklarından kuşku yok.
Bu büyüklükte mega proje belirlenmiş ve hedefler konmuş durumda. Belli bölgeler bu amaçla araştırma üsleri haline getirilmiş ve buralara artarak süren yatırımlar yapılıyor. Temel bilimlerdeki gelişmelere de, önümüzdeki on yıllara da Çin damgasını vuracak gibi.
Okul bitiminde tek sınav hakları varmış çocukların üniversiteye girebilmek için. Eski hanedanlık döneminden kalan sıkı, otoriter ve ezberci bir eğitim anlayışı hâkim okullarda ve bu yaratıcılığa, araştırmacılığa, yeniliklere açık bakış açısına ve risk almaya ket vuruyor. Merkezden belirlenen bütçelerle “Bilim için bilim değil, fayda için bilim “ anlayışı ile araştırmaların çerçevesini çizen bir merkezi otorite var.
Bu merkezi otoriter yapısıyla Sovyet Bilimler Akademisi çağrışımı yaptı bende. Akademik payelerin büyüsüne kapılan, araştırma bütçelerinden pay kapmak isteyen akademisyenlerin çok sık intihale başvurdukları söyleniyor. Fizikle ilgili yayınlarda sözgelimi Çin çok önlerde olmakla birlikte yapılan atıflarda 60. hatta 70. sıralarda yer alıyor. İntihal oranını üçte birden yarı yarıya kadar tahmin edenler var.
Böyle bir ortamda bu atılımlar pek kolay olmayacaktır belki. Katı, ama bu kalabalık nüfustan kremanın kremasını seçen Çin, yetiştirdiklerini dış ülkelere kaptırmaz, projelerini iyi yönetir, ülkeye bilgi akışını hızlandırır ve iyi yönetebilirse bu süreci, bu araştırma atılımları hedefine ulaşabilir.
Hızla öğrenen dinamik bir yapıya sahip olan Çin kültürü, üretimle ve kalkınmayla ilgili sorunlarını hızla çözdükçe, yine dünya üretiminin merkezi haline geldikçe, bu sorunlarını da sırasıyla çözecektir kuşkusuz.
Kültür devrimi ise verdiği hasarlarla acı bir anıdır Çinlilerde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder