5 Ocak 2014 Pazar

Manhattan projesi




Manhattan Engineer District (MED), ileride Manhattan-Projesi olarak kısaltılacak ve ABD'nin 2. Dünya savaşı boyunca 1942'den itibaren Atom Bombasının geliştirilmesi ve yapılması ile ilgili araştırma ve çalışmaların yapıldığı projenin adı olarak anılacaktı. Projenin başına General Leslie Richard Groves (1896-1970) getirilmişti. Araştırma-Geliştirme laboratuarının başında ise sorumluluk Julius Robert Oppenheimer‘e (1904-1967) verilmişti. Projenin taa başından beri olayları ve ilk elden gözlemlerini savaştan sonraya aktarması ve yazması için sadece bir tek gazeteci, ‘The New York Times ‘ gazetesinden William Leonard Laurence (1888-1977) seçilmişti. Tek sivil gözlemci o sayılırdı. Manhattan projesi yanı sıra, Hiroşima ve Nagazaki’ ye atılan atom bombalarının tanıklığını da yapmıştır. Savaştan sonra ”Dawn over zero. The story of the atomic bomb “ (Knopf, New York 1946) adlı kitabını yazmış ve iki kez (1937 ve 1946 da) Pulitzer ödülünü almıştır*1. Olayların tek tanığı olması nedeniyle kendisine “Atomic Bill “ lakabı takılmıştı. (*1 - 2004 yılında Amy ve David Goodman W.L. Laurence’in Amerikan Savunma Bakanlığı'ndan maaş aldığından dolayı, bir gazeteciye yaraşır şekilde özgürce haber yapamayacağı için kendisine 1946'da verilen ödülün geri alınmasını talep ettiler). Amerika'da bu gelişmeler olurken; Sovyetler'de de İgor Kurtschatow tarafından benzer araştırmalar, Atom bombası için yürütülüyordu. Japonlar ise Yoshio Nishina (
仁科 芳雄 1890-1951) yönetiminde bir nükleer silah projesi peşindeydiler ve savaş boyunca hedeflerine oldukça yaklaşmışlardı. Başarıları arasında Tokyo’ da bir nükleer santral da vardı. Ancak bu santral henüz çalıştırılamadan, 1945 yılında bir hava saldırısı sırasında hasar görmüştü. Her ne kadar Einstein, Lisa Meitner gibi dev isimler Nazi Almanya'sını terketmiş olsalar da, Otto Hahn, Werner Heisenberg, Max Plank gibi çekirdek fiziğinin diğer dev isimleri nazi Almanyası'nda kalmışlardı. Bu güvenilir bilim insanları her ne kadar Atom bombası araştırmalarından uzak kalacaklarını söyledilerse de, yine de Almanya'nın elinde bu işi çözebilecek yeterince nazi kafasında bilim adamı fizikçi vardı. Mesela ünlü Nobel Ödüllü fizikçi Philip Lenard böyle birisiydi ve Einstein’ ın Prusya akademisinden atılışını “ Yahudi fiziği yapıyordu “ diyerek kutlayacak kadar gözü dönmüş bir nazi bilim adamıydı. 1932'de Sir James Chadwick (1891 - 1974) Nötronu bulmuştu. Bu yüksüz parçacıkla Ernest Rutherford'un çalışmalarından beri bilinen hızlı parçacıklarla bombardıman yapılarak atom çekirdeklerinin değişebilme olasılığına yeni boyutlar da eklenmişti. Bu çalışmalar arasında ağır çekirdeklere nötron eklenerek daha ağır parçacıklar oluşturma fikirleri de vardı. Ünlü İtalyan Çekirdek Fizikçi Enrico Fermi (1901- 1954) Ida Eva Noddack-Tacke (1896 - 1978 ) ‘ın ağır çekirdeklerin parçalandığı fikrini destekliyordu mesela. Bunlar tehlikeli gelişmelerdi. 1938'de Otto Hahn ve Fritz Strassman, Berlin Kaiser Wilhelm Enstitüsü'nde Uranyum’u parçalamayı başardıklarını ve yine bir radyo aktif element olan Baryum’ u elde ettiklerini açıklamışlardı. Ünlü kadın Fizikçi Lise Meitner bu arada yahudi olmasından dolayı Almanya’yı terk etmişti ve İsveç'teydi. Aynı yıl Otto Frisch’le birlikte bu deneyin teorik açıklamasını yapmışlardı. Meitner, Strassmann ve Hahn nötron bombardımanı ile ağır çekirdeklerin parçalanmasını bulan kişiler olarak bilinirler. Ülkelerini terk etmiş olan Macar bilim adamları Leó Szilárd, Edward Teller ve Eugene Wigner Çekirdek parçalanmasının Almanlar tarafından Atom Bombası yapımında kullanılabileceğinden korkuyorlardı ve Szilárd, arkadaşı Einstein‘ı Roosevelt‘e yazılan o meşhur mektubunu yazmaya ikna etmeyi başarmıştı*3. Einstein, dünyaca tanınan popüler ve güvenilir bir isimdi, ve sözü dinlenirdi. Gizli servisten gelen haberlerin de etkisiyle 2 Ağustos 1939'da atom bombasının yapımı resmen başlatılmıştı. Kısacası gelişmeler olgunlaşmış ve bir yarış başlamıştı. Risk alınamazdı ve Atom Bombası bir an önce ABD nin elinde olmalıydı. 16 Ocak 1939'da Niels Bohr Einstein’la görüşmek üzere Amerika’ya geldi. Danimarka’dan yola çıkmadan önce Frisch ve Meitner’ den gelişmeler hakkında yorumlarını dinlemişti. Öğrencisi John Archibald Wheeler ile bilgilerini paylaşmış, bu bilgiler de Amerika da hızla yayılmıştı. (O kadar etkili ve önemli bir konuşmaydı ki, daha konuşmasını bitirmeden bazı bilim adamlarının salonu terkedip laboratuarlara koştukları rivayet edilir). Enrico Fermi gelişmelerin önemini hızla kavramış ve fırsatı kaçırmayıp Columbia Üniversitesi'nde ilk kontrollü çekirdek parçalanmasını ve zincirleme tepkimeyi 1942'de Chikago'da gerçekleştirmişti. Nazi Almanyası'ndan kaçan önemli bilim insanları ile Almanya’nın çekirdek fiziğindeki öncülüğü duraklamış ve 1939 dan sonra öncülük Amerika’ ya geçmiştir. Bu göçmen bilim insanları savaştan önce siklotron (Parçacık Hızlandırıcısı) ve radyoistop çalışmaları ile Amerika’ da önemli bir altyapı hazırlamışlardı. National Bureau of Standarts’ın şefi Lyman Briggs'in nezaretinde Naval Research Laboratory de küçük çaplı bir araştırma programı başlamıştı. Fizikçi Philip Abelson Uranyumdan isotoplarını ayrıştırma programı üzerinde çalışıyordu. O zamanın değeri ile 6.000 dolarlık bir bütçeyle Enrico Fermi Uranyum ve Grafit’ in değişik kombinasyonlarını kullandığı ilk nükleer reaktörün bir prototipini kurmuştu. Ancak 1940'ta Carnegie İnstitution of Washington’un müdürü Vannevar Bush'un inisiyatifiyle ABD'nin kaynaklarının bu laboratuarlara aktarılarak araştırmaların hızlandırılmasını sağladı. Böylece devlet bütçesi bilimsel araştırmaları hızlandırmak için kullanılıyor ve askeri amaçlarla bilim yapılıyordu bir bakıma. Bu teşvik edilen laboratuarlar arasında radarın geliştirilmesinde önemli bir rol oynamış olan MİT (Massachusetts Institute of Technology) ve Sonar cihazının (Su altı derinlik ölçer, sualtı radarı ve günümüzde tıp ta yaygın olarak kullanılan USG un atası) geliştirildiği San Diego daki Sualtı ses laboratuarı da vardı. 1941 yazına kadar Uranyum projesinde pek bir ilerleme olmadı. Otto Frisch ve Rudolf Peierls Uranyum izotopu U-235'in parçalanmasıyla binlerce ton TNT ye eşdeğer enerji açığa çıkabileceğinin hesabını yaptılar ve NAZİ'lerin bu konuda ilerleme kaydetmelerinden korktuklarını belirterek çalışmaların hızlandırılmasını istediler. National Academy of Scinces Atom silahlarının yapılması için çağrıda bulununca Roosevelt meşhur S-1 komitesini kurup, bu komitenin atom bombası araştırmalarını yönetmesini istedi. Bu karar Japonların Pearl Harbor‘ u vurmalarından bir gün önceydi, yani 6 Aralık 1941. Ve böylece mısır piramitlerinden beri tarihin ikinci büyük projesi Atom Bombasının geliştirilmesi için başlıyordu...
Groves, bir hafta gibi kısa bir sürede projenin en önemli sorunlarını çözmüş ve büyük bir gizlilik içinde New Mexico çölündeki Los Alamos'taki araştırma üssünde ‘Site Y‘ nin inşasına başlamıştı. Burada geniş laboratuarlar ve atölyeler, en gelişmiş teknolojilerle donanacaktı. Atom silahları araştırma projesine Trinity Projesi adı verilmiş, başına da Robert Oppenheimer getirilmişti. Bir çok önde gelen fizikçi ve teknisyen, takip eden aylar içerisinde Los Alamos‘a getirilmiş ve diğer araştırma ve geliştirme kuruluşları dahil 130.000'den fazla insan, Manhattan Projesi'nde çalışmaya başlamışlardı. O zamanın beherinde yaklaşık iki milyar dolara mal olmuştu bu proje. (Günümüz değeriyle yaklaşık 25.8 milyar dolar civarında tahmin ediliyor) University of Chicago’daki metalurji laboratuarında, University of California ve Columbia University‘deki ışın laboratuarlarında, atom bombasında kullanılabilecek Uranyum üretimi çalışmalarına hız verilmişti. Uranyum madenlerinden 'Uranyum 235' ayrıştırılıyor ve deneme reaktörlerinde nötron bombardımanıyla Plutonium elde ediliyordu. 1942'de ilk reaktör, 'Chikago Pile 1' çalışmaya başladı. Burada Nötron bombardımanı ile Plutonyum elde ediliyordu. 1942 ilkbaharında Oppenheimer University of Illinois’den Robert Serber ile birlikte nötron diffüzyonu problemi üzerinde çalışıyordu. Zincirleme reaksiyonda nötronların davranışı konusu ve zincirleme reaksiyon sonucu oluşacak patlamanın davranış modeli ile ilgili hidrodinamik konuları araştırılıyordu. Elde ettiği sonuçları değerlendirmek ve tartışmak için Oppenheimer, Haziran 1942'de Berkeley'deki University of California'da bir araştırma toplantısı düzenledi. Toplantıya, Hans Bethe (Yıldız merkezlerindeki enerji üretimi çalışmalarıyla meşhur ), John H. van Vleck, Edward Teller, Felix Bloch, Richard C. Tolman ve Emil Konopinski katılmışlardı ve atom parçalanması zemininde, bir atom bombası yapılabileceği sonucuna ulaşmışlardı. Zincirleme tepkime için bir kritik kütlenin gerekli olduğu sonucuna da bu toplantıda ulaşılmıştı. Yan, parçalanan atomlardan açığa çıkan nötronların, zincirleme tepkimenin sürebilmesi için yeterli sayıda Uranyum-235 i parçalayabilmesi gerekiyordu ve bunun için yeterli miktarda patlayıcı maddeye gerek vardı. Kritik kütlenin tanımı başka bir deyişle zincirleme tepkimenin kendiliğinden sürebileceği en küçük kütle miktarı demekti. Zorluk, denetlenebilir bir zincirleme tepkime başlatabilmekteydi. Bunun için de kritik kütlenin altında kalan büyüklükte iki parça U-235'in basit bir ateşleme yöntemiyle birbirlerine doğru fırlatılarak istenen patlama anında kritik kütleyi oluşturmak yeterliydi. (Gun Type), ya da kritik kütle altındaki Plutonyumun konvansiyonel patlayıcılarla kompressyonu, yani içe göçertilmesi, çökertilmesi yöntemiydi. (İmplosion type) Teller bir olasılık daha görmüştü. Atom bombası patlarken oluşacak ısı ve basınç yıldızların merkezindeki gibi bir füzyon oluşturmaya yetebilirdi. Atom bombasını çevreleyecek/mantolayacak şekilde döteryum ve trisyum kullanılırsa, patlama dalgası bu elementleri füzyona uğratacak ve böylece çok daha fazla enerji açığa çıkmış olacaktı. Teller’in bu tezi, Bethe’nin savaş öncesi çalışmalarının ürünü olan o meşhur yıldız merkezlerindeki füzyonla ilgili teorilerine dayanıyordu. Füzyon (kaynaşma) sonucu açığa çıkabilecek enerji, çekidek parçalanması (fission) sonucu ortaya çıkacak enerjiden 8 kat kadar daha fazlaydı. Böylece Hidrojen bombası da teorik olarak bu toplantıda ortaya atılmış olmuştu. Ancak Teller’ in bir kaygısı vardı. Ya bu kadar ısı dünyadaki atmosferi tutuşturursa... Günümüzde CERN'de yapılan deneylerin dünyanın sonunu getirebileceğini, kara delik benzeri yapıların ortaya çıkıp dünyayı yutabileceğini söyleyen kıyamet tellallarını çağrıştıran bir yaklaşımdı bu. Her ne kadar Bethe bunun teorik olarak mümkün olamayacağını göstermişse de, yine de Teller’ in içine pek sinmemişti kendi önerisi. İnsanlık tarihinde herhalde tüm insanlığın kaderini ve geleceğini belirleyen böyle bir fizik toplantısı, ne daha önce ne de daha sonra herhalde yapılmamıştı. Masrafların % 90'dan fazlası bina ve ekipmanlara, patlayıcı radyoaktif materyalin elde edilmesine harcanmıştı. Araştırma, geliştirme ve bombanın yapımına harcanan para, bu meblağın % 10'undan azdı. Projenin sonunda Trinity, Little Boy (Hiroşima) Fat Man (Nagazaki) ve kullanılmayan bir yedek bomba ile birlikte toplam 4 tane bomba yapılmıştı. 1945 yılının beherinde, tanesi yaklaşık 500 milyon Dolara mal olmuş 4 tane bomba. Los Alamos'un 250 km kadar güneyinde White Sands Missile Range'de 16 Temmuz 1945'te saatler tam olarak 05:24'ü gösterirken, ilk başarılı atom bombası patlaması gerçekleştirilmişti. Bombada Plutonyum kullanılmış ve 21 ton TNT ye eşdeğer enerji açığa çıkmıştı. ( * - Sık rastlanan yanlış anlamalardan biride Plutonyum’ un raktörlerde U-238'den elde edilmesidir. Çekirdek fiziğinin ilk zamanlarında radyoaktif materyaller, çıkış noktası olan ana elemente göre adlandırılırdı. Plutonyum da bazen U-239 olarak anılırdı söz gelimi. Dan Brown’un ‘Melekler ve Şeytanlar‘ adlı romanında da, bu çelişki gibi görünen tanımlamaya rastladığımı hatırlıyorum). Manhattan projesinde çalışan bilim adamlarını suçlayan bir bakış açısına sahip olanların da, önce İsviçreli bir yazar ve ressam olan Friedrich Josef Dürrenmatt’ın (1921–1990) ’Fizikçiler‘ adlı oyununu ve Harry Maxwell Harrison’un (1925 - ) ‘The Daleth effect‘ adlı bilim-kurgu romanını okumalarını öneririm. Böylece Pandora‘nın kutusu açılmış, cin şişeden çıkmıştı. Gezegenimizde evrimin ortaya çıkardığı bilinç ve zeka, sadece ırk olarak kendini değil, milyonlarca yıl süren evrim sonucu gezegenimizde ortaya çıkabilmiş bütün canlılığı yok edebilecek güçte bir silahı ortaya çıkarmayı başarmıştı. O vakte kadar seçkin, kremanın kreması fizikçi bilim insanları arasında tartışılan ve kabul gören, Einstein‘ın o ünlü E = mc2 formülü, başka bir bakış açısıyla atom bombasının patlamasını bir fizik deneyi olarak kabul edecek olursak, artık sokaktaki sıradan insanların bile kuşku duymayacağı şekilde kanıtlanmış oluyordu bir bakıma. Atom bombasını yapmayı becerebilen insan zekasının, bu gezegende doğa ve birbirimizle denge ve barış içinde yaşamayı sağlayacak içgörüye ve yeteneğe de sahip olup olmadığını ise zaman gösterecek. Oynanan, oyuncuya bir şans daha verilen bilgisayar simülasyon oyunu değil kuşkusuz. Tüm canlıları bu gezegenden bir kaç kez sterilize etmeye yetecek (Over Kill) sayıda atom bombasının varlığı, hiç kuşkusuz insan ırkının ve diğer canlıların bu gezegende varlığını sürdürebilmesi için gereken içgörü ve zekanın ipuçlarını vermiyor ne yazık ki. Barış ve silahsızlanma çağrılarının yanı sıra, atom reaktörlerine hayır demenin bir Kasandra Çağrısı olarak kalmaması dileğiyle... – İşte o meşhur mektubun orjinali- F.D. Roosevelt President of the United States White House Washington, D.C. Sir: Some recent work by E. Fermi and L. Szilard, which has been communicated to me in manuscript, leads me to expect that the element uranium may be turned into a new and important source of energy in the immediate future. Certain aspects of the situation which has arisen seem to call for watchfulness and if necessary, quick action on the part of the Administration. I believe therefore that it is my duty to bring to your attention the following facts and recommendations. In the course of the last four months it has been made probable through the work of Joliot in France as well as Fermi and Szilard in America--that it may be possible to set up a nuclear chain reaction in a large mass of uranium, by which vast amounts of power and large quantities of new radium-like elements would be generated. Now it appears almost certain that this could be achieved in the immediate future. This new phenomenon would also lead to the construction of bombs, and it is conceivable--though much less certain--that extremely powerful bombs of this type may thus be constructed. A single bomb of this type, carried by boat and exploded in a port, might very well destroy the whole port together with some of the surrounding territory. However, such bombs might very well prove too heavy for transportion by air. The United States has only very poor ores of uranium in moderate quantities. There is some good ore in Canada and former Czechoslovakia, while the most important source of uranium is in the Belgian Congo. In view of this situation you may think it desirable to have some permanent contact maintained between the Administration and the group of physicists working on chain reactions in America. One possible way of achieving this might be for you to entrust the task with a person who has your confidence and who could perhaps serve in an unofficial capacity. His task might comprise the following: a) to approach Government Departments, keep them informed of the further development, and put forward recommendations for Government action, giving particular attention to the problem of securing a supply of uranium ore for the United States. b) to speed up the experimental work, which is at present being carried on within the limits of the budgets of University laboratories, by providing funds, if such funds be required, through his contacts with private persons who are willing to make contributions for this cause, and perhaps also by obtaining co-operation of industrial laboratories which have necessary equipment. I understand that Germany has actually stopped the sale of uranium from the Czechoslovakian mines which she has taken over. That she should have taken such early action might perhaps be understood on the ground that the son of the German Under-Secretary of State, von Weizsacker, is attached to the Kaiser-Wilhelm Institute in Berlin, where some of the American work on uranium is now being repeated. Yours very truly,

Haberin Tamamı İçin: http://www.gazetea24.com/makale_Manhattan-Projesi-2_489.html
GazeteA24.com

Groves, bir hafta gibi kısa bir sürede projenin en önemli sorunlarını çözmüş ve büyük bir gizlilik içinde New Mexico çölündeki Los Alamos'taki araştırma üssünde ‘Site Y‘ nin inşasına başlamıştı. Burada geniş laboratuarlar ve atölyeler, en gelişmiş teknolojilerle donanacaktı. Atom silahları araştırma projesine Trinity Projesi adı verilmiş, başına da Robert Oppenheimer getirilmişti. Bir çok önde gelen fizikçi ve teknisyen, takip eden aylar içerisinde Los Alamos‘a getirilmiş ve diğer araştırma ve geliştirme kuruluşları dahil 130.000'den fazla insan, Manhattan Projesi'nde çalışmaya başlamışlardı. O zamanın beherinde yaklaşık iki milyar dolara mal olmuştu bu proje. (Günümüz değeriyle yaklaşık 25.8 milyar dolar civarında tahmin ediliyor) University of Chicago’daki metalurji laboratuarında, University of California ve Columbia University‘deki ışın laboratuarlarında, atom bombasında kullanılabilecek Uranyum üretimi çalışmalarına hız verilmişti. Uranyum madenlerinden 'Uranyum 235' ayrıştırılıyor ve deneme reaktörlerinde nötron bombardımanıyla Plutonium elde ediliyordu. 1942'de ilk reaktör, 'Chikago Pile 1' çalışmaya başladı. Burada Nötron bombardımanı ile Plutonyum elde ediliyordu. 1942 ilkbaharında Oppenheimer University of Illinois’den Robert Serber ile birlikte nötron diffüzyonu problemi üzerinde çalışıyordu. Zincirleme reaksiyonda nötronların davranışı konusu ve zincirleme reaksiyon sonucu oluşacak patlamanın davranış modeli ile ilgili hidrodinamik konuları araştırılıyordu. Elde ettiği sonuçları değerlendirmek ve tartışmak için Oppenheimer, Haziran 1942'de Berkeley'deki University of California'da bir araştırma toplantısı düzenledi. Toplantıya, Hans Bethe (Yıldız merkezlerindeki enerji üretimi çalışmalarıyla meşhur ), John H. van Vleck, Edward Teller, Felix Bloch, Richard C. Tolman ve Emil Konopinski katılmışlardı ve atom parçalanması zemininde, bir atom bombası yapılabileceği sonucuna ulaşmışlardı. Zincirleme tepkime için bir kritik kütlenin gerekli olduğu sonucuna da bu toplantıda ulaşılmıştı. Yan, parçalanan atomlardan açığa çıkan nötronların, zincirleme tepkimenin sürebilmesi için yeterli sayıda Uranyum-235 i parçalayabilmesi gerekiyordu ve bunun için yeterli miktarda patlayıcı maddeye gerek vardı. Kritik kütlenin tanımı başka bir deyişle zincirleme tepkimenin kendiliğinden sürebileceği en küçük kütle miktarı demekti. Zorluk, denetlenebilir bir zincirleme tepkime başlatabilmekteydi. Bunun için de kritik kütlenin altında kalan büyüklükte iki parça U-235'in basit bir ateşleme yöntemiyle birbirlerine doğru fırlatılarak istenen patlama anında kritik kütleyi oluşturmak yeterliydi. (Gun Type), ya da kritik kütle altındaki Plutonyumun konvansiyonel patlayıcılarla kompressyonu, yani içe göçertilmesi, çökertilmesi yöntemiydi. (İmplosion type) Teller bir olasılık daha görmüştü. Atom bombası patlarken oluşacak ısı ve basınç yıldızların merkezindeki gibi bir füzyon oluşturmaya yetebilirdi. Atom bombasını çevreleyecek/mantolayacak şekilde döteryum ve trisyum kullanılırsa, patlama dalgası bu elementleri füzyona uğratacak ve böylece çok daha fazla enerji açığa çıkmış olacaktı. Teller’in bu tezi, Bethe’nin savaş öncesi çalışmalarının ürünü olan o meşhur yıldız merkezlerindeki füzyonla ilgili teorilerine dayanıyordu. Füzyon (kaynaşma) sonucu açığa çıkabilecek enerji, çekidek parçalanması (fission) sonucu ortaya çıkacak enerjiden 8 kat kadar daha fazlaydı. Böylece Hidrojen bombası da teorik olarak bu toplantıda ortaya atılmış olmuştu. Ancak Teller’ in bir kaygısı vardı. Ya bu kadar ısı dünyadaki atmosferi tutuşturursa... Günümüzde CERN'de yapılan deneylerin dünyanın sonunu getirebileceğini, kara delik benzeri yapıların ortaya çıkıp dünyayı yutabileceğini söyleyen kıyamet tellallarını çağrıştıran bir yaklaşımdı bu. Her ne kadar Bethe bunun teorik olarak mümkün olamayacağını göstermişse de, yine de Teller’ in içine pek sinmemişti kendi önerisi. İnsanlık tarihinde herhalde tüm insanlığın kaderini ve geleceğini belirleyen böyle bir fizik toplantısı, ne daha önce ne de daha sonra herhalde yapılmamıştı. Masrafların % 90'dan fazlası bina ve ekipmanlara, patlayıcı radyoaktif materyalin elde edilmesine harcanmıştı. Araştırma, geliştirme ve bombanın yapımına harcanan para, bu meblağın % 10'undan azdı. Projenin sonunda Trinity, Little Boy (Hiroşima) Fat Man (Nagazaki) ve kullanılmayan bir yedek bomba ile birlikte toplam 4 tane bomba yapılmıştı. 1945 yılının beherinde, tanesi yaklaşık 500 milyon Dolara mal olmuş 4 tane bomba. Los Alamos'un 250 km kadar güneyinde White Sands Missile Range'de 16 Temmuz 1945'te saatler tam olarak 05:24'ü gösterirken, ilk başarılı atom bombası patlaması gerçekleştirilmişti. Bombada Plutonyum kullanılmış ve 21 ton TNT ye eşdeğer enerji açığa çıkmıştı. ( * - Sık rastlanan yanlış anlamalardan biride Plutonyum’ un raktörlerde U-238'den elde edilmesidir. Çekirdek fiziğinin ilk zamanlarında radyoaktif materyaller, çıkış noktası olan ana elemente göre adlandırılırdı. Plutonyum da bazen U-239 olarak anılırdı söz gelimi. Dan Brown’un ‘Melekler ve Şeytanlar‘ adlı romanında da, bu çelişki gibi görünen tanımlamaya rastladığımı hatırlıyorum). Manhattan projesinde çalışan bilim adamlarını suçlayan bir bakış açısına sahip olanların da, önce İsviçreli bir yazar ve ressam olan Friedrich Josef Dürrenmatt’ın (1921–1990) ’Fizikçiler‘ adlı oyununu ve Harry Maxwell Harrison’un (1925 - ) ‘The Daleth effect‘ adlı bilim-kurgu romanını okumalarını öneririm. Böylece Pandora‘nın kutusu açılmış, cin şişeden çıkmıştı. Gezegenimizde evrimin ortaya çıkardığı bilinç ve zeka, sadece ırk olarak kendini değil, milyonlarca yıl süren evrim sonucu gezegenimizde ortaya çıkabilmiş bütün canlılığı yok edebilecek güçte bir silahı ortaya çıkarmayı başarmıştı. O vakte kadar seçkin, kremanın kreması fizikçi bilim insanları arasında tartışılan ve kabul gören, Einstein‘ın o ünlü E = mc2 formülü, başka bir bakış açısıyla atom bombasının patlamasını bir fizik deneyi olarak kabul edecek olursak, artık sokaktaki sıradan insanların bile kuşku duymayacağı şekilde kanıtlanmış oluyordu bir bakıma. Atom bombasını yapmayı becerebilen insan zekasının, bu gezegende doğa ve birbirimizle denge ve barış içinde yaşamayı sağlayacak içgörüye ve yeteneğe de sahip olup olmadığını ise zaman gösterecek. Oynanan, oyuncuya bir şans daha verilen bilgisayar simülasyon oyunu değil kuşkusuz. Tüm canlıları bu gezegenden bir kaç kez sterilize etmeye yetecek (Over Kill) sayıda atom bombasının varlığı, hiç kuşkusuz insan ırkının ve diğer canlıların bu gezegende varlığını sürdürebilmesi için gereken içgörü ve zekanın ipuçlarını vermiyor ne yazık ki. Barış ve silahsızlanma çağrılarının yanı sıra, atom reaktörlerine hayır demenin bir Kasandra Çağrısı olarak kalmaması dileğiyle...

– İşte o meşhur mektubun orjinali -




F.D. Roosevelt President of the United States White House Washington, D.C. Sir: Some recent work by E. Fermi and L. Szilard, which has been communicated to me in manuscript, leads me to expect that the element uranium may be turned into a new and important source of energy in the immediate future. Certain aspects of the situation which has arisen seem to call for watchfulness and if necessary, quick action on the part of the Administration. I believe therefore that it is my duty to bring to your attention the following facts and recommendations. In the course of the last four months it has been made probable through the work of Joliot in France as well as Fermi and Szilard in America--that it may be possible to set up a nuclear chain reaction in a large mass of uranium, by which vast amounts of power and large quantities of new radium-like elements would be generated. Now it appears almost certain that this could be achieved in the immediate future. This new phenomenon would also lead to the construction of bombs, and it is conceivable--though much less certain--that extremely powerful bombs of this type may thus be constructed. A single bomb of this type, carried by boat and exploded in a port, might very well destroy the whole port together with some of the surrounding territory. However, such bombs might very well prove too heavy for transportion by air. The United States has only very poor ores of uranium in moderate quantities. There is some good ore in Canada and former Czechoslovakia, while the most important source of uranium is in the Belgian Congo. In view of this situation you may think it desirable to have some permanent contact maintained between the Administration and the group of physicists working on chain reactions in America. One possible way of achieving this might be for you to entrust the task with a person who has your confidence and who could perhaps serve in an unofficial capacity. His task might comprise the following: a) to approach Government Departments, keep them informed of the further development, and put forward recommendations for Government action, giving particular attention to the problem of securing a supply of uranium ore for the United States. b) to speed up the experimental work, which is at present being carried on within the limits of the budgets of University laboratories, by providing funds, if such funds be required, through his contacts with private persons who are willing to make contributions for this cause, and perhaps also by obtaining co-operation of industrial laboratories which have necessary equipment. I understand that Germany has actually stopped the sale of uranium from the Czechoslovakian mines which she has taken over. That she should have taken such early action might perhaps be understood on the ground that the son of the German Under-Secretary of State, von Weizsacker, is attached to the Kaiser-Wilhelm Institute in Berlin, where some of the American work on uranium is now being repeated.

Yours very truly

Manhattan Engineer District (MED), ileride Manhattan-Projesi olarak kısaltılacak ve ABD'nin 2. Dünya savaşı boyunca 1942'den itibaren Atom Bombasının geliştirilmesi ve yapılması ile ilgili araştırma ve çalışmaların yapıldığı projenin adı olarak anılacaktı. Projenin başına General Leslie Richard Groves (1896-1970) getirilmişti. Araştırma-Geliştirme laboratuarının başında ise sorumluluk Julius Robert Oppenheimer‘e (1904-1967) verilmişti. Projenin taa başından beri olayları ve ilk elden gözlemlerini savaştan sonraya aktarması ve yazması için sadece bir tek gazeteci, ‘The New York Times ‘ gazetesinden William Leonard Laurence (1888-1977) seçilmişti. Tek sivil gözlemci o sayılırdı. Manhattan projesi yanı sıra, Hiroşima ve Nagazaki’ ye atılan atom bombalarının tanıklığını da yapmıştır. Savaştan sonra ”Dawn over zero. The story of the atomic bomb “ (Knopf, New York 1946) adlı kitabını yazmış ve iki kez (1937 ve 1946 da) Pulitzer ödülünü almıştır*1. Olayların tek tanığı olması nedeniyle kendisine “Atomic Bill “ lakabı takılmıştı. (*1 - 2004 yılında Amy ve David Goodman W.L. Laurence’in Amerikan Savunma Bakanlığı'ndan maaş aldığından dolayı, bir gazeteciye yaraşır şekilde özgürce haber yapamayacağı için kendisine 1946'da verilen ödülün geri alınmasını talep ettiler). Amerika'da bu gelişmeler olurken; Sovyetler'de de İgor Kurtschatow tarafından benzer araştırmalar, Atom bombası için yürütülüyordu. Japonlar ise Yoshio Nishina (仁科 芳雄 1890-1951) yönetiminde bir nükleer silah projesi peşindeydiler ve savaş boyunca hedeflerine oldukça yaklaşmışlardı. Başarıları arasında Tokyo’ da bir nükleer santral da vardı. Ancak bu santral henüz çalıştırılamadan, 1945 yılında bir hava saldırısı sırasında hasar görmüştü. Her ne kadar Einstein, Lisa Meitner gibi dev isimler Nazi Almanya'sını terketmiş olsalar da, Otto Hahn, Werner Heisenberg, Max Plank gibi çekirdek fiziğinin diğer dev isimleri nazi Almanyası'nda kalmışlardı. Bu güvenilir bilim insanları her ne kadar Atom bombası araştırmalarından uzak kalacaklarını söyledilerse de, yine de Almanya'nın elinde bu işi çözebilecek yeterince nazi kafasında bilim adamı fizikçi vardı. Mesela ünlü Nobel Ödüllü fizikçi Philip Lenard böyle birisiydi ve Einstein’ ın Prusya akademisinden atılışını “ Yahudi fiziği yapıyordu “ diyerek kutlayacak kadar gözü dönmüş bir nazi bilim adamıydı. 1932'de Sir James Chadwick (1891 - 1974) Nötronu bulmuştu. Bu yüksüz parçacıkla Ernest Rutherford'un çalışmalarından beri bilinen hızlı parçacıklarla bombardıman yapılarak atom çekirdeklerinin değişebilme olasılığına yeni boyutlar da eklenmişti. Bu çalışmalar arasında ağır çekirdeklere nötron eklenerek daha ağır parçacıklar oluşturma fikirleri de vardı. Ünlü İtalyan Çekirdek Fizikçi Enrico Fermi (1901- 1954) Ida Eva Noddack-Tacke (1896 - 1978 ) ‘ın ağır çekirdeklerin parçalandığı fikrini destekliyordu mesela. Bunlar tehlikeli gelişmelerdi. 1938'de Otto Hahn ve Fritz Strassman, Berlin Kaiser Wilhelm Enstitüsü'nde Uranyum’u parçalamayı başardıklarını ve yine bir radyo aktif element olan Baryum’ u elde ettiklerini açıklamışlardı. Ünlü kadın Fizikçi Lise Meitner bu arada yahudi olmasından dolayı Almanya’yı terk etmişti ve İsveç'teydi. Aynı yıl Otto Frisch’le birlikte bu deneyin teorik açıklamasını yapmışlardı. Meitner, Strassmann ve Hahn nötron bombardımanı ile ağır çekirdeklerin parçalanmasını bulan kişiler olarak bilinirler. Ülkelerini terk etmiş olan Macar bilim adamları Leó Szilárd, Edward Teller ve Eugene Wigner Çekirdek parçalanmasının Almanlar tarafından Atom Bombası yapımında kullanılabileceğinden korkuyorlardı ve Szilárd, arkadaşı Einstein‘ı Roosevelt‘e yazılan o meşhur mektubunu yazmaya ikna etmeyi başarmıştı*3. Einstein, dünyaca tanınan popüler ve güvenilir bir isimdi, ve sözü dinlenirdi. Gizli servisten gelen haberlerin de etkisiyle 2 Ağustos 1939'da atom bombasının yapımı resmen başlatılmıştı. Kısacası gelişmeler olgunlaşmış ve bir yarış başlamıştı. Risk alınamazdı ve Atom Bombası bir an önce ABD nin elinde olmalıydı. 16 Ocak 1939'da Niels Bohr Einstein’la görüşmek üzere Amerika’ya geldi. Danimarka’dan yola çıkmadan önce Frisch ve Meitner’ den gelişmeler hakkında yorumlarını dinlemişti. Öğrencisi John Archibald Wheeler ile bilgilerini paylaşmış, bu bilgiler de Amerika da hızla yayılmıştı. (O kadar etkili ve önemli bir konuşmaydı ki, daha konuşmasını bitirmeden bazı bilim adamlarının salonu terkedip laboratuarlara koştukları rivayet edilir). Enrico Fermi gelişmelerin önemini hızla kavramış ve fırsatı kaçırmayıp Columbia Üniversitesi'nde ilk kontrollü çekirdek parçalanmasını ve zincirleme tepkimeyi 1942'de Chikago'da gerçekleştirmişti. Nazi Almanyası'ndan kaçan önemli bilim insanları ile Almanya’nın çekirdek fiziğindeki öncülüğü duraklamış ve 1939 dan sonra öncülük Amerika’ ya geçmiştir. Bu göçmen bilim insanları savaştan önce siklotron (Parçacık Hızlandırıcısı) ve radyoistop çalışmaları ile Amerika’ da önemli bir altyapı hazırlamışlardı. National Bureau of Standarts’ın şefi Lyman Briggs'in nezaretinde Naval Research Laboratory de küçük çaplı bir araştırma programı başlamıştı. Fizikçi Philip Abelson Uranyumdan isotoplarını ayrıştırma programı üzerinde çalışıyordu. O zamanın değeri ile 6.000 dolarlık bir bütçeyle Enrico Fermi Uranyum ve Grafit’ in değişik kombinasyonlarını kullandığı ilk nükleer reaktörün bir prototipini kurmuştu. Ancak 1940'ta Carnegie İnstitution of Washington’un müdürü Vannevar Bush'un inisiyatifiyle ABD'nin kaynaklarının bu laboratuarlara aktarılarak araştırmaların hızlandırılmasını sağladı. Böylece devlet bütçesi bilimsel araştırmaları hızlandırmak için kullanılıyor ve askeri amaçlarla bilim yapılıyordu bir bakıma. Bu teşvik edilen laboratuarlar arasında radarın geliştirilmesinde önemli bir rol oynamış olan MİT (Massachusetts Institute of Technology) ve Sonar cihazının (Su altı derinlik ölçer, sualtı radarı ve günümüzde tıp ta yaygın olarak kullanılan USG un atası) geliştirildiği San Diego daki Sualtı ses laboratuarı da vardı. 1941 yazına kadar Uranyum projesinde pek bir ilerleme olmadı. Otto Frisch ve Rudolf Peierls Uranyum izotopu U-235'in parçalanmasıyla binlerce ton TNT ye eşdeğer enerji açığa çıkabileceğinin hesabını yaptılar ve NAZİ'lerin bu konuda ilerleme kaydetmelerinden korktuklarını belirterek çalışmaların hızlandırılmasını istediler. National Academy of Scinces Atom silahlarının yapılması için çağrıda bulununca Roosevelt meşhur S-1 komitesini kurup, bu komitenin atom bombası araştırmalarını yönetmesini istedi. Bu karar Japonların Pearl Harbor‘ u vurmalarından bir gün önceydi, yani 6 Aralık 1941. Ve böylece mısır piramitlerinden beri tarihin ikinci büyük projesi Atom Bombasının geliştirilmesi için başlıyordu...

Haberin Tamamı İçin: http://www.gazetea24.com/makale_-Manhattan-Projesi-1_471.html
GazeteA24.com
Manhattan Engineer District (MED), ileride Manhattan-Projesi olarak kısaltılacak ve ABD'nin 2. Dünya savaşı boyunca 1942'den itibaren Atom Bombasının geliştirilmesi ve yapılması ile ilgili araştırma ve çalışmaların yapıldığı projenin adı olarak anılacaktı. Projenin başına General Leslie Richard Groves (1896-1970) getirilmişti. Araştırma-Geliştirme laboratuarının başında ise sorumluluk Julius Robert Oppenheimer‘e (1904-1967) verilmişti. Projenin taa başından beri olayları ve ilk elden gözlemlerini savaştan sonraya aktarması ve yazması için sadece bir tek gazeteci, ‘The New York Times ‘ gazetesinden William Leonard Laurence (1888-1977) seçilmişti. Tek sivil gözlemci o sayılırdı. Manhattan projesi yanı sıra, Hiroşima ve Nagazaki’ ye atılan atom bombalarının tanıklığını da yapmıştır. Savaştan sonra ”Dawn over zero. The story of the atomic bomb “ (Knopf, New York 1946) adlı kitabını yazmış ve iki kez (1937 ve 1946 da) Pulitzer ödülünü almıştır*1. Olayların tek tanığı olması nedeniyle kendisine “Atomic Bill “ lakabı takılmıştı. (*1 - 2004 yılında Amy ve David Goodman W.L. Laurence’in Amerikan Savunma Bakanlığı'ndan maaş aldığından dolayı, bir gazeteciye yaraşır şekilde özgürce haber yapamayacağı için kendisine 1946'da verilen ödülün geri alınmasını talep ettiler). Amerika'da bu gelişmeler olurken; Sovyetler'de de İgor Kurtschatow tarafından benzer araştırmalar, Atom bombası için yürütülüyordu. Japonlar ise Yoshio Nishina (仁科 芳雄 1890-1951) yönetiminde bir nükleer silah projesi peşindeydiler ve savaş boyunca hedeflerine oldukça yaklaşmışlardı. Başarıları arasında Tokyo’ da bir nükleer santral da vardı. Ancak bu santral henüz çalıştırılamadan, 1945 yılında bir hava saldırısı sırasında hasar görmüştü. Her ne kadar Einstein, Lisa Meitner gibi dev isimler Nazi Almanya'sını terketmiş olsalar da, Otto Hahn, Werner Heisenberg, Max Plank gibi çekirdek fiziğinin diğer dev isimleri nazi Almanyası'nda kalmışlardı. Bu güvenilir bilim insanları her ne kadar Atom bombası araştırmalarından uzak kalacaklarını söyledilerse de, yine de Almanya'nın elinde bu işi çözebilecek yeterince nazi kafasında bilim adamı fizikçi vardı. Mesela ünlü Nobel Ödüllü fizikçi Philip Lenard böyle birisiydi ve Einstein’ ın Prusya akademisinden atılışını “ Yahudi fiziği yapıyordu “ diyerek kutlayacak kadar gözü dönmüş bir nazi bilim adamıydı. 1932'de Sir James Chadwick (1891 - 1974) Nötronu bulmuştu. Bu yüksüz parçacıkla Ernest Rutherford'un çalışmalarından beri bilinen hızlı parçacıklarla bombardıman yapılarak atom çekirdeklerinin değişebilme olasılığına yeni boyutlar da eklenmişti. Bu çalışmalar arasında ağır çekirdeklere nötron eklenerek daha ağır parçacıklar oluşturma fikirleri de vardı. Ünlü İtalyan Çekirdek Fizikçi Enrico Fermi (1901- 1954) Ida Eva Noddack-Tacke (1896 - 1978 ) ‘ın ağır çekirdeklerin parçalandığı fikrini destekliyordu mesela. Bunlar tehlikeli gelişmelerdi. 1938'de Otto Hahn ve Fritz Strassman, Berlin Kaiser Wilhelm Enstitüsü'nde Uranyum’u parçalamayı başardıklarını ve yine bir radyo aktif element olan Baryum’ u elde ettiklerini açıklamışlardı. Ünlü kadın Fizikçi Lise Meitner bu arada yahudi olmasından dolayı Almanya’yı terk etmişti ve İsveç'teydi. Aynı yıl Otto Frisch’le birlikte bu deneyin teorik açıklamasını yapmışlardı. Meitner, Strassmann ve Hahn nötron bombardımanı ile ağır çekirdeklerin parçalanmasını bulan kişiler olarak bilinirler. Ülkelerini terk etmiş olan Macar bilim adamları Leó Szilárd, Edward Teller ve Eugene Wigner Çekirdek parçalanmasının Almanlar tarafından Atom Bombası yapımında kullanılabileceğinden korkuyorlardı ve Szilárd, arkadaşı Einstein‘ı Roosevelt‘e yazılan o meşhur mektubunu yazmaya ikna etmeyi başarmıştı*3. Einstein, dünyaca tanınan popüler ve güvenilir bir isimdi, ve sözü dinlenirdi. Gizli servisten gelen haberlerin de etkisiyle 2 Ağustos 1939'da atom bombasının yapımı resmen başlatılmıştı. Kısacası gelişmeler olgunlaşmış ve bir yarış başlamıştı. Risk alınamazdı ve Atom Bombası bir an önce ABD nin elinde olmalıydı. 16 Ocak 1939'da Niels Bohr Einstein’la görüşmek üzere Amerika’ya geldi. Danimarka’dan yola çıkmadan önce Frisch ve Meitner’ den gelişmeler hakkında yorumlarını dinlemişti. Öğrencisi John Archibald Wheeler ile bilgilerini paylaşmış, bu bilgiler de Amerika da hızla yayılmıştı. (O kadar etkili ve önemli bir konuşmaydı ki, daha konuşmasını bitirmeden bazı bilim adamlarının salonu terkedip laboratuarlara koştukları rivayet edilir). Enrico Fermi gelişmelerin önemini hızla kavramış ve fırsatı kaçırmayıp Columbia Üniversitesi'nde ilk kontrollü çekirdek parçalanmasını ve zincirleme tepkimeyi 1942'de Chikago'da gerçekleştirmişti. Nazi Almanyası'ndan kaçan önemli bilim insanları ile Almanya’nın çekirdek fiziğindeki öncülüğü duraklamış ve 1939 dan sonra öncülük Amerika’ ya geçmiştir. Bu göçmen bilim insanları savaştan önce siklotron (Parçacık Hızlandırıcısı) ve radyoistop çalışmaları ile Amerika’ da önemli bir altyapı hazırlamışlardı. National Bureau of Standarts’ın şefi Lyman Briggs'in nezaretinde Naval Research Laboratory de küçük çaplı bir araştırma programı başlamıştı. Fizikçi Philip Abelson Uranyumdan isotoplarını ayrıştırma programı üzerinde çalışıyordu. O zamanın değeri ile 6.000 dolarlık bir bütçeyle Enrico Fermi Uranyum ve Grafit’ in değişik kombinasyonlarını kullandığı ilk nükleer reaktörün bir prototipini kurmuştu. Ancak 1940'ta Carnegie İnstitution of Washington’un müdürü Vannevar Bush'un inisiyatifiyle ABD'nin kaynaklarının bu laboratuarlara aktarılarak araştırmaların hızlandırılmasını sağladı. Böylece devlet bütçesi bilimsel araştırmaları hızlandırmak için kullanılıyor ve askeri amaçlarla bilim yapılıyordu bir bakıma. Bu teşvik edilen laboratuarlar arasında radarın geliştirilmesinde önemli bir rol oynamış olan MİT (Massachusetts Institute of Technology) ve Sonar cihazının (Su altı derinlik ölçer, sualtı radarı ve günümüzde tıp ta yaygın olarak kullanılan USG un atası) geliştirildiği San Diego daki Sualtı ses laboratuarı da vardı. 1941 yazına kadar Uranyum projesinde pek bir ilerleme olmadı. Otto Frisch ve Rudolf Peierls Uranyum izotopu U-235'in parçalanmasıyla binlerce ton TNT ye eşdeğer enerji açığa çıkabileceğinin hesabını yaptılar ve NAZİ'lerin bu konuda ilerleme kaydetmelerinden korktuklarını belirterek çalışmaların hızlandırılmasını istediler. National Academy of Scinces Atom silahlarının yapılması için çağrıda bulununca Roosevelt meşhur S-1 komitesini kurup, bu komitenin atom bombası araştırmalarını yönetmesini istedi. Bu karar Japonların Pearl Harbor‘ u vurmalarından bir gün önceydi, yani 6 Aralık 1941. Ve böylece mısır piramitlerinden beri tarihin ikinci büyük projesi Atom Bombasının geliştirilmesi için başlıyordu...

Haberin Tamamı İçin: http://www.gazetea24.com/makale_-Manhattan-Projesi-1_471.html
GazeteA24.com
Manhattan Engineer District (MED), ileride Manhattan-Projesi olarak kısaltılacak ve ABD'nin 2. Dünya savaşı boyunca 1942'den itibaren Atom Bombasının geliştirilmesi ve yapılması ile ilgili araştırma ve çalışmaların yapıldığı projenin adı olarak anılacaktı. Projenin başına General Leslie Richard Groves (1896-1970) getirilmişti. Araştırma-Geliştirme laboratuarının başında ise sorumluluk Julius Robert Oppenheimer‘e (1904-1967) verilmişti. Projenin taa başından beri olayları ve ilk elden gözlemlerini savaştan sonraya aktarması ve yazması için sadece bir tek gazeteci, ‘The New York Times ‘ gazetesinden William Leonard Laurence (1888-1977) seçilmişti. Tek sivil gözlemci o sayılırdı. Manhattan projesi yanı sıra, Hiroşima ve Nagazaki’ ye atılan atom bombalarının tanıklığını da yapmıştır. Savaştan sonra ”Dawn over zero. The story of the atomic bomb “ (Knopf, New York 1946) adlı kitabını yazmış ve iki kez (1937 ve 1946 da) Pulitzer ödülünü almıştır*1. Olayların tek tanığı olması nedeniyle kendisine “Atomic Bill “ lakabı takılmıştı. (*1 - 2004 yılında Amy ve David Goodman W.L. Laurence’in Amerikan Savunma Bakanlığı'ndan maaş aldığından dolayı, bir gazeteciye yaraşır şekilde özgürce haber yapamayacağı için kendisine 1946'da verilen ödülün geri alınmasını talep ettiler). Amerika'da bu gelişmeler olurken; Sovyetler'de de İgor Kurtschatow tarafından benzer araştırmalar, Atom bombası için yürütülüyordu. Japonlar ise Yoshio Nishina (仁科 芳雄 1890-1951) yönetiminde bir nükleer silah projesi peşindeydiler ve savaş boyunca hedeflerine oldukça yaklaşmışlardı. Başarıları arasında Tokyo’ da bir nükleer santral da vardı. Ancak bu santral henüz çalıştırılamadan, 1945 yılında bir hava saldırısı sırasında hasar görmüştü. Her ne kadar Einstein, Lisa Meitner gibi dev isimler Nazi Almanya'sını terketmiş olsalar da, Otto Hahn, Werner Heisenberg, Max Plank gibi çekirdek fiziğinin diğer dev isimleri nazi Almanyası'nda kalmışlardı. Bu güvenilir bilim insanları her ne kadar Atom bombası araştırmalarından uzak kalacaklarını söyledilerse de, yine de Almanya'nın elinde bu işi çözebilecek yeterince nazi kafasında bilim adamı fizikçi vardı. Mesela ünlü Nobel Ödüllü fizikçi Philip Lenard böyle birisiydi ve Einstein’ ın Prusya akademisinden atılışını “ Yahudi fiziği yapıyordu “ diyerek kutlayacak kadar gözü dönmüş bir nazi bilim adamıydı. 1932'de Sir James Chadwick (1891 - 1974) Nötronu bulmuştu. Bu yüksüz parçacıkla Ernest Rutherford'un çalışmalarından beri bilinen hızlı parçacıklarla bombardıman yapılarak atom çekirdeklerinin değişebilme olasılığına yeni boyutlar da eklenmişti. Bu çalışmalar arasında ağır çekirdeklere nötron eklenerek daha ağır parçacıklar oluşturma fikirleri de vardı. Ünlü İtalyan Çekirdek Fizikçi Enrico Fermi (1901- 1954) Ida Eva Noddack-Tacke (1896 - 1978 ) ‘ın ağır çekirdeklerin parçalandığı fikrini destekliyordu mesela. Bunlar tehlikeli gelişmelerdi. 1938'de Otto Hahn ve Fritz Strassman, Berlin Kaiser Wilhelm Enstitüsü'nde Uranyum’u parçalamayı başardıklarını ve yine bir radyo aktif element olan Baryum’ u elde ettiklerini açıklamışlardı. Ünlü kadın Fizikçi Lise Meitner bu arada yahudi olmasından dolayı Almanya’yı terk etmişti ve İsveç'teydi. Aynı yıl Otto Frisch’le birlikte bu deneyin teorik açıklamasını yapmışlardı. Meitner, Strassmann ve Hahn nötron bombardımanı ile ağır çekirdeklerin parçalanmasını bulan kişiler olarak bilinirler. Ülkelerini terk etmiş olan Macar bilim adamları Leó Szilárd, Edward Teller ve Eugene Wigner Çekirdek parçalanmasının Almanlar tarafından Atom Bombası yapımında kullanılabileceğinden korkuyorlardı ve Szilárd, arkadaşı Einstein‘ı Roosevelt‘e yazılan o meşhur mektubunu yazmaya ikna etmeyi başarmıştı*3. Einstein, dünyaca tanınan popüler ve güvenilir bir isimdi, ve sözü dinlenirdi. Gizli servisten gelen haberlerin de etkisiyle 2 Ağustos 1939'da atom bombasının yapımı resmen başlatılmıştı. Kısacası gelişmeler olgunlaşmış ve bir yarış başlamıştı. Risk alınamazdı ve Atom Bombası bir an önce ABD nin elinde olmalıydı. 16 Ocak 1939'da Niels Bohr Einstein’la görüşmek üzere Amerika’ya geldi. Danimarka’dan yola çıkmadan önce Frisch ve Meitner’ den gelişmeler hakkında yorumlarını dinlemişti. Öğrencisi John Archibald Wheeler ile bilgilerini paylaşmış, bu bilgiler de Amerika da hızla yayılmıştı. (O kadar etkili ve önemli bir konuşmaydı ki, daha konuşmasını bitirmeden bazı bilim adamlarının salonu terkedip laboratuarlara koştukları rivayet edilir). Enrico Fermi gelişmelerin önemini hızla kavramış ve fırsatı kaçırmayıp Columbia Üniversitesi'nde ilk kontrollü çekirdek parçalanmasını ve zincirleme tepkimeyi 1942'de Chikago'da gerçekleştirmişti. Nazi Almanyası'ndan kaçan önemli bilim insanları ile Almanya’nın çekirdek fiziğindeki öncülüğü duraklamış ve 1939 dan sonra öncülük Amerika’ ya geçmiştir. Bu göçmen bilim insanları savaştan önce siklotron (Parçacık Hızlandırıcısı) ve radyoistop çalışmaları ile Amerika’ da önemli bir altyapı hazırlamışlardı. National Bureau of Standarts’ın şefi Lyman Briggs'in nezaretinde Naval Research Laboratory de küçük çaplı bir araştırma programı başlamıştı. Fizikçi Philip Abelson Uranyumdan isotoplarını ayrıştırma programı üzerinde çalışıyordu. O zamanın değeri ile 6.000 dolarlık bir bütçeyle Enrico Fermi Uranyum ve Grafit’ in değişik kombinasyonlarını kullandığı ilk nükleer reaktörün bir prototipini kurmuştu. Ancak 1940'ta Carnegie İnstitution of Washington’un müdürü Vannevar Bush'un inisiyatifiyle ABD'nin kaynaklarının bu laboratuarlara aktarılarak araştırmaların hızlandırılmasını sağladı. Böylece devlet bütçesi bilimsel araştırmaları hızlandırmak için kullanılıyor ve askeri amaçlarla bilim yapılıyordu bir bakıma. Bu teşvik edilen laboratuarlar arasında radarın geliştirilmesinde önemli bir rol oynamış olan MİT (Massachusetts Institute of Technology) ve Sonar cihazının (Su altı derinlik ölçer, sualtı radarı ve günümüzde tıp ta yaygın olarak kullanılan USG un atası) geliştirildiği San Diego daki Sualtı ses laboratuarı da vardı. 1941 yazına kadar Uranyum projesinde pek bir ilerleme olmadı. Otto Frisch ve Rudolf Peierls Uranyum izotopu U-235'in parçalanmasıyla binlerce ton TNT ye eşdeğer enerji açığa çıkabileceğinin hesabını yaptılar ve NAZİ'lerin bu konuda ilerleme kaydetmelerinden korktuklarını belirterek çalışmaların hızlandırılmasını istediler. National Academy of Scinces Atom silahlarının yapılması için çağrıda bulununca Roosevelt meşhur S-1 komitesini kurup, bu komitenin atom bombası araştırmalarını yönetmesini istedi. Bu karar Japonların Pearl Harbor‘ u vurmalarından bir gün önceydi, yani 6 Aralık 1941. Ve böylece mısır piramitlerinden beri tarihin ikinci büyük projesi Atom Bombasının geliştirilmesi için başlıyordu...

Haberin Tamamı İçin: http://www.gazetea24.com/makale_-Manhattan-Projesi-1_471.html
GazeteA24.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder