5 Ocak 2014 Pazar

Okul öncesi eğitimin önemi





Eğitim bilimcilerin yeni bir hedefleri var. Çocukların doğumundan okula başlayana kadarki süre. Bu dönem o kadar önemli ki, yatırımcılar da bu döneme odaklanmaya başlıyorlar. Siyasi tutucu kanat bile avrupa da bu dönemle ilgili eğitim girişimlerini artık aile yapısına bir tehdit olarak algılamaktan vazgeçmiş durumda.

Bu dönemin önemi bilinmesine rağmen yapılanlar maalesef oldukça az. Çocukların seviyeleri arasında daha kreşte fark var ve anasınıfında, okul öncesi dönemde bile bu fark daha da açılıyor. Fark doğumdan hemen sonra başlıyor oluşmaya ve gelecek haftalarda, aylarda bu fark büyümeye devam ediyor. 

Bu sadece çocuğun genetik yapısından kaynaklanmıyor. Anne-babanın bebeği kabullenip sevmesi, onunla ilgilenmesi, ona ninni, şarkı ve tekerlemeler söylemesi, onunla birlikte gülmeleri, cilveleşmeleri, bir kitap okuyup okumadıkları, okuyorlarsa da ne okudukları çok önemlidir. Bazı anne ve babalar, belki de kendileri bebekliklerinde bunları yaşamamış olduklarından ya da başka nedenlerle, çocukla nasıl yakınlık kuracaklarını bilemiyor, beceremiyorlar. Yeterli ilgiyi ve kabulu göremeyen, çevreden yeterli zihinsel uyarı alamayan çocuk erken dönemde televizyonun önüne atar kendini. Ama televizyon çocuğu sevmez, okşamaz, ona sarılmaz, kabullenildiğini ve sevildiğini hissettiremez, soru sormaz, onun sorularına cevap vermez, bir konu açıp onunla tartışmaz, konuşmaz. Televizyona itiraz edemezsiniz. Soruları yanıtlanmayan çocuk soru sormayı bırakır, dinleyecek ilgili bir kulak bulamayan çocuk cıvıl cıvıl konuşmayı bırakır ve konuşma becerileri gelişmez. Çocuğa kitap okunmamışsa, ileride okuma ve yazma becerileri kendisine bol bol kitap okunan bir çocuk kadar gelişmez.

Küçük çocuklar sandığımızdan daha akıllıdırlar ve inanılmaz bir potansiyelleri vardır.

Alison Gopnik’ in  The Scientist in the Crib: What Early Learning Tells Us About the Mind

 The Philosophical Baby: What Children's Minds Tell Us About Truth, Love, and the Meaning of Life “; “Causal Learning: Psychology, Philosophy, and Computation “ ; “Words, Thoughts, and Theories (Learning, Development, and Conceptual Change) “ adlı kitaplarını öneririm. Çocuklar dikkatli dinleyiciler, mükemmel taklitçiler, harika araştırmacılar ve olağanüstü gözlemciler ve çok derin düşünürlerdir. Daha okula başlamadan çok önceleri bile, daha ayakkabılarını kendileri bağlayamazken bile, bir cümlenin içerik ve dilbilimsel olarak (Gramer) doğru olup olmadığını farkederler.

Çocukları işte bu dönemlerinde desteklememek affedilmez, geri dönülmez, telafisi olanaksız hasarlara neden olur. Dilin gelişmesi daha bebeğin dünyaya geldiği ilk anlarda başlar. Sözgelimi bebeğin banyosunu düşünelim. Babası orada mı? banyo eğlenceli mi? Bebek dikkatin odağında  mı?

Bir de eğlenen, mutlu olan çocuğun etrafına su sıçratıp bir de kendisine bağırıldığını, öfkeyle karşılandığını, hatta dilim söylemeye varmıyor, kendisine vurulduğunu, şiddet uygulandığını düşünün.
Bu iki bebek ileride sizce nasıl gelişecektir?

Çocukların gelişmek için sevgiye ve iletişime ihtiyaçları vardır. Çiçeklerin güneşe, suya ihtiyaç duydukları gibi.

Chicago üniversitesinin bir araştırmasına göre, konuşkan annelerin bebekleriyle suskun annelerin bebekleri arasında daha 20 aylıkken sözcük dağarcığıklarında / Kelime haznelerinde ortalama 131 kelime fark bulunmuş. Sadece 4 hafta sonra, yani bebekler 24 haftalık olduklarında bu fark 295 kelimeye ulaşmış ortalamada. Çocuk bu farkı hayatının her alanına taşıyacak ve bu fark ta kendisiyle birlikte büyüyecektir içinde bulunduğu ortam değişmediği sürece. Belki de hayatına onunla birlikte oynayacak, şarkı söyleyecek, onunla konuşacak, sorular soracak ve sorularına cevap verecek biri girene kadar ....

Anna-babaların kullandığı şivenin ve kelime haznalarinin, kelime sçimlerinin çocuğa ileride dil bariyeri olarak yansımalarını, okulda ve sosyal hayatta, hele hele akademik hayatta kabul görme ve ilerleme anlamaında nasıl yansıyacağı da ayrı bir araştırma ve tartışma konusu.

Meşhur PİSA araştırmasına göre 15 yaşına gelmiş ama hala doğru dürüst okuyamayan çocuklar bu uyarı fakiri ailelerden geliyorlardı.

Zamanında yapılmayan müdahalelerin telafisi için yapılan programlar ve eğitimler çok daha pahalı ve zordu. Bir çok eksiği de gidermiyordu. Yani kaza yapmadan müdahale etmeyen, önleyici (Profilaktik) girişimlerde bulunmayan zihniyetin farkına varılmıştı sanki. Bu boşluk kendiliğinden asla kapanmaz. Kompensatuar, tamirci yaklaşımdan öte önleyici yaklaşımın önemi kendini hissettirmektedir. Çünkü temel dilsel beceriler daha kelimelerin ve yazınının pek bir rol oynamadığı, başkalarıyla iletişim ve ortak anlam içeriklerinin oluştuğu, beden dilinin de temellerinin atıldığı bu erken evrelerde gelişir. Tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan araştırmalar da göstermektedir ki, aynı genetik yapıya sahip olmak yetmiyor,benzer ortamlarda benzer uyarılar almadan zekalar farklı gelişebiliyor. Yani başka bir deyişle, doğru ortamlarda bu zeka farklılıkları arasındaki makaslar bu kadar açılmayabilirdi. (Eric Turkheimer. 2003)

Avrupa ve Amerika da bazı belediyeler lohusalık döneminden öte ebelerin evde ziyaretini ve aldıkları ilave pedagojik eğitimle bebekleri 1 yaşına kadar yalnız bırakmıyorlar. Ama 1 yaşından sonra bu çocuklar kendi sosyal ortamlarına ve bir bakıma kaderlerine emanet. Onları sorumsuz ana-balardan koruyacak, suistimallerin farkına varabilecek kimse yok. (Bizdeki durumla karşılaştırmaya çalışmayalım hiç) 3 yaşına geldiklerinde gerçi bir kreşe gidebilirler ama bu kreşin kalitesi de personelin aldığı eğitim ve motivasyonlarıyla ilgilidir ve bu ailenin oturduğu semtin kalitesiyle ilgilidir. Günde 4 saat ilgi görebilecektir belki, ama evinde montesori-kreşinde eğitimi devam eden çocukla aralarındaki fark yine de açılacaktır.

İyi ve kaliteli okul öncesi, pahalı bir projedir kuşkusuz ama getirisi inanılmaz yüksektir. İhmal edilen ya da suistimal edilen çocuklar sadece bu çocukların bireysel kaderi olmayıp, aynı anda önemli bir toplumsal sorundur. Çünkü gittikçe daha kalifiye çalışanlara ihtiyaç duyan çağımızda bu insanların iş bulması ve toplum içinde bir yer edinebilmeleri oldukça güçtür. Kendileri gibi hasarlı çocuk büyütmelerini hiç saymasak bile.

Meşhur Perry Prescool Projeckt in Michigan’ da altmışlı yıllardan beri sürdürdüğü çalışmanın sonuçları burada değinilmeye değerdir. Fakir ve ağırlıklı olarak siyahlardan seçilmiş 3 ve 4 yaşındaki özel eğitime alınmış bu çocuklar on yıllardır takip edilmektedir. Ypsilanti kasabasından seçilen 123 fakir ailelerin çocukları iki yıl boyunca birinci sınıf özel bir eğitim  programına tabi tutulmuş. İyi eğitim almış pedagoglar yedişer çocukla ilgilenmişler sadece. Çocuk başına yedi bin dolara mal olmuş bu proje. Çocuklar 11, 14, 15, 19 ve 27 yaşlarında bir test bataryasına tabi tutulmuş ve sosyal ve ekonomik hayatları takip edilmiş, kendileriyle benzer ortamdan çıkmış, seçilmiş kontrol gruplarıyla karşılaştırılmıştır.

Eğitim alanların % 71 i bir okul bitirebilimişlerken bu oran kontol grubunda % 54 idi.  Eğitilenlerin üçte biri ayda ikibin dolardan fazla bir gelire sahipken bu kontrol grubunda sadece % 7 idi. % 36 sı kendi evine sahipken bu eğitimsizlerde % 13 idi. Eğitim alanlarda sınıf tekrarları daha seyrekti. Kanunlarla başları çok daha az derde girmişti. Çok daha az sosyal yardım almışlar ve mahkeme, hapishane gibi maliyetleri bariz şekilde daha azdı. Göze çarpan en dikkat çekici noktalardan biri de eğitim almış genç bayanların kontrol grubuna göre evlenip yuva kurma oranları 5 kat daha fazlaydı ve evlilik dışı çocuk doğurma oranı çok bariz bir şekilde düşüktü.

Harcanan her dolar yedi dolar olarak geri dönmüştü topluma. Son araştırmaya göre bu rakam 11 dolara çıkmıştı bile. İleride sosyal yardım ve adaletle ilgili sorunlarla uğraşmaktansa topluma da artıdeğer üreten sorumlu bireyler kazandırmak, aynı anda ekonomik bir çözüm.

Ekonomi nobel ödüllü James Heckman ve ekonomist Art Rollnick,         “ Çok kısıtlı bütçemizle gittikçe artan gereksinimlerimize ve bütçe açıklarımıza nasıl bir çözüm bulabiliriz? “ sorusuna “ Erken Eğitim ” cevabını veriyorlar. 3-5 yaş arası için eğitim kuponları (Nakit para değil, dikkat) ve aileler için mentor programları talep ediyorlar.

Bertelsmann’ ın Almanya da yaptığı benzer bir çalışmanın sonuçları da bu bulgularla örtüşüyor. Her 3-4 yaş arası için yapılan kreş masrafı 7 kat olarak geri dönüyor. Sağlanan sosyal adalet ise cabası. Özellikle şanssız çocukların hayatında bu kreş eğitimi çok daha fazla fark yaratabiliyor. Bunların üçte ikisi ileride liseye gidebiliyorlar. (Lise batı ülkelerinde bir ayrıcalıktır ve üniversite yolu sadece lise mezunlarına açıktır. Liseye gidemeyenler meslek okullarına giderler.)

19. yüzyılda ‘Kinder Garten ‘  lerin bulunuşuyla birlikte bu kurumların daha çok bir emenetçi bakım evi olup çalışabilecek kadın nüfusu serbest bırakmaya mı yarayacağı, yoksa eğitim kurumları mı olacağı tartışıldı. Burjuvazinin gelişmesi ve endüstrileşmeyle birlikte bu sorun avrupa ülkelerinde eğitim lehine çözümlenmiş oldu.

150 yıl önce Gustav Fröbel’ in tüm toplumda eğitimin taa bebeklikten itibaren organize edilmesi yönündeki meclise verdiği önerisi ve hayali gittikçe daha çok önem kazanıyor ve gerçekleşmeye yaklaşıyor.

Karl Ulrich Mayer’ in yaptığı CV araştırmalarından yola çıkarak “ Bana hangi okulu bitirdiğini söyle, sana nasıl bir mesleğin olabileceğini, ne kadar kazanabileceğini, hangi semtte ve nasıl bir evde oturabileceğini, nasıl bir arabaya binebileceğini, nasıl biriyle evlenebileceğini ve ne kadar sağlıklı olabileceğini söyleyeyim “ demek mümkündür.

Sosyal kökenin okul başarısını etkilemediği bir ülke yoktur muhtemelen. Sorun bir toplumun ne kadar sosyal eşitsizliğe razı olduğu ile ilgilidir.

Çocukların her dediği yapılmamalı ve çocuklar ertelemeyi ve beklemeyi de öğrenmelidirler. Çocuğa şunu teklif edin : “Ya şimdi hemen bir şeker alırsın ya da ödevini bitirdikten sonra 3 tane şeker alırsın ”. Ödülü erteleyebilme yeteneği çocuğun ilerideki dayanıklılığı, çalışma tarzı  ve akademik başarısı hakkında önemli ipuçları verebilir.
Okula başladıklarında dünyayla ilgili bilgileri, bilişsel yetenekleri, davranış ve duygu kontrolü, dayanıklılık ve sabretme konusunda zaman ilerledikçe bu erteleyebilme yeteği konusundaki makas ta gittikçe açılmakta. Okul sadece bu farklılıkları biraz törpülemeye yarar ama asla temelden değiştiremez.

Okul her yerde ailelere göre çocukları sosyal olarak daha güçlü bir şekilde bir arada tutar. Baltimore de yapılan uzun soluklu bir araştırmada ilkokula başlamalarından itibaren tüm çocuklar her yaz tatilinden önce ve sonra tast edilmişler. Değişik sosyal katmanlardan gelen çocukların başarı eğrileri okul süresinde neredeyse paralel giderken, tatilde sadece aile ve yakın çevreleriyle yakın ilişki içinde geçirdikleri süreden sonra yapılan testlerde bariz farklar oluşmuştu. Yakın zaman önce Berlin’ de yapılan bir araştırma da Almanyanın görece kısa tatillerine rağmen bu araştırmayı doğrulamıştır. Toplumun alt katmanlarından gelenlerle göçmen çocukları arkadaşlarından daha az uyuarı almışlar ve daha az şey öğrenmişlerdi tatillerinde.

Çocuklar önce akıcı ve anlaşılır bir şekilde okumayı öğrenmeliler. Orta ve lise çağlarında hala uzunca bir cümlenin sonuna geldiğinde cümlenin başını unutan, okuduğu satırı parmağıyla takip etmeden satır atlayan, çizgisiz kâğıda doğru bir satır yazamayan çocukların akademik eğitim şansları herhalde düşüktür.

Evde çocuklarına kendi bakmak isteyen ailelere para vermek en yanlış yoldur kuşkusuz. Çocukların yeterince erken yatmaları, televizyonda şiddet görüntülerine maruz kalmamaları, dengeli ve yeterli beslenmeleri, sadece veya ağırlıklı olarak televizyonla avutulmamaları daha öncelikli ve temel noktalardır çocuğun eğitiminde. Bunlar sinsice toplumu saran ve bir şekilde kabul görebilen, hassasiyetlerin yitirildiği alanlardır ve tehlike arzetmektedirler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder