Tüm enerjinin yaklaşık üçte biri alev çakması olarak saniyeler içinde etrafa yayılır ve yanabilecek ne varsa etrafında yakar. Patlamanın tam merkezi olan ‘0‘ noktasının bir kilometre çapında yanıcı herşey kelimenin tam anlamıyla buharlaşır. Dört kilometre çap içinde bile insanların kıyafetleri ve derileri kömürleşir, üçüncü derece olarak tanımladığımız yanıklar oluşur. Bu insanlar için yapılabilecek pek bir şey olabileceğini sanmıyorum. Çanakkale savaşında doktorların “Gölge bir yere yatırın“ dedikleri şekilde ölmeden mezara konacak, ölüme terkedilecek yaralılar olma olasılıkları son derece yüksektir. Bu olanlardan dokuz saniye sonra ancak ultrasonografik hızda (Ses hızını aşan bir hızda) gelen basınç dalgaları, o zamana kadar bombanın yarım bıraktığı işi tamalayarak insanları bir top gibi etrafa fırlatıp, çarpıp, olmadı önüne kattığı maddelerin kurşun etkisiyle işini tamamlamaya çalışacaktır. Evlerinin içindeki insanlar bile bundan fazlasıyla etkileneceklerdir. On kilometre çap içinde sadece özel sığınaklarda, metrolarda ve benzeri mekânlarda bulunanlar belki bu ilk aşama etkilerinden bir miktar korunmuş olabileceklerdir. Birçok atom bombası ve radyoaktivite konusunda bilgisiz ya da aymaz stratejist, hala atom bombasından korunulabileceğini, sağ kalanların hasarları bir şekilde atlatabileceğini ve savaşmaya devam edebileceklerini varsayarak, aslında bir şekilde olayları hafife alarak savaş kışkırtıcılığı yapmakta ve savaşı cinayet haline getirerek insanlık suçu işlemektedirler. “Yeterince kan stoku varsa atom savaşına bile hazır sayılırız“ gibi sloganlar, rusların kazma küreklerle basit siperler açarak, üstlerini örtme gibi yaklaşımları bu türdendir. En önemli sakıncası ise halka, atom bombasının aslında o kadarda korkulcak bir şey olmadığını telkin ederek hafife alınmasını sağlamalarıdır. “Sonuçta alt tarafı bir savaş işte ” algısı vermekte, alarm zilleri çalması gereken sivilleri bir nevi uyutmaktadırlar aslında. Çünkü geleneksel savaşlardan hiç biriyle kıyas kabul etmeyecek hasarlardır söz konusu olan. Hele bir de atom reaktörleri, ya da atom artıklarının saklandığı depolar varsa saldırılan alanda, durum çok daha vahimdir. Ve bu olasılık atom enerjisi çığırtkanlığıyla paralel olarak hızla artmaktadır da. SS-30 roketi 1600 metre yükseklikte değil de....Yere çok daha yakın bir mesafede patlatılırsa, oluşacak “ Fall Out “ çok daha geniş alanları çok daha uzun süreler etkisi altına alacak ve vereceği hasar uzun vadede çok daha yüksek olacaktır. Olası bir nükleer savaşta artık bir tane SS–20 roketi atılmayacağını öngörmek herhalde abesle iştigal değildir. Japonya ya bile iki tane atom bombası atılmıştı. Hele eldeki roketlerin sayısı o kadar fazlayken ve stratejistlerin vurmaya değer hedefler belirledikten sonra hala ellerinde kalan onca roketi ve nükleer başlığı ne yapacaklarını bilemez haldeyken, insanoğlunun elindeki kaynakları savaşta cömertçe kullanabileceklerinden kuşku duymak başka bir aymazlık olarak değerlendirilebilir. Yıllar öncesinden aklımda kalan sadece bir ülkenin elindeki 25.000 atom başlıklı roketi bir savaşta hangi hedeflere yönlendirirdiniz? Bir harita başına oturup bu kadar hedef belirlemeyi bir deneyin bakalım. Bunca atom başlıklı roket insanları öldürme amacıyla hazır beklerken, insanoğlunun hala huzur içinde uyuyabiliyor olması da ilginç gelmiştir bana hep. Sanki ırk olarak ta genlerimizde ırkça intihar etme potansiyeli programlanmış gibi. Ayrıca bir de karşı saldırı olasılığını ve karşı tarafın kullanacağı atom başlıklı roket sayısını düşünün. Roketleri yönlendiren navigasyon cihazlarının son roketler de havalandığında hala gezegenimizi doğru tanıyıp, roketleri doğru konumlandırarak yönlendirebileceklerine dair bile ciddi kuşkularım var. Ertesi gün diye bir şey olursa insanoğlu için, o günün nasıl bir gün olabileceğini düşünmek istemiyorum. Oldukça karanlık olacağı kesin. Einstein’ ın dediği gibi 4. dünya savaşı da artık taşla sopayla olur kesin. Birkaç kuşak sonra da uzaylılarla tanışırsak, uzaylı astrobiologlar içinden de, bu kadar komik ve ilginç zeki yaratığın aynı gezegende bulunmasını popüler ve magazinsel kaygılarla, diğer yıldızlardan sık sık ziyaret aldığımız varsayımıyla açıklayacak birileri çıkar mı dersiniz? Bir tek yanık vakasının bile ne kadar nitelikli altyapı ve eğitilmiş insan emeği gerektirdiğini, maliyetini az çok bilen bir insan olarak, böyle bir tek saldırıda bile ülke çapında asla hazır olup altından kalkabileceğimizi düşünemiyorum. Bu gelişmiş olarak nitelendirdiğimiz avrupa ülkeleri için de aynen geçerlidir. Siyasetçilerin avrupa da hekimlerin zorunlu olarak atom savaşı olasılığına karşı eğitilmeleri önerileri de abesle iştigalden başka bir şey olmayıp, halkı yatıştırma ve uyutma politikalarıdır. Şimdi gelelim küçümsenen, başların kuma sokulduğu ışın hasarına…
5 Ocak 2014 Pazar
Yeterince kan stoku varsa, atom savaşına bile hazırız
Tüm enerjinin yaklaşık üçte biri alev çakması olarak saniyeler içinde etrafa yayılır ve yanabilecek ne varsa etrafında yakar. Patlamanın tam merkezi olan ‘0‘ noktasının bir kilometre çapında yanıcı herşey kelimenin tam anlamıyla buharlaşır. Dört kilometre çap içinde bile insanların kıyafetleri ve derileri kömürleşir, üçüncü derece olarak tanımladığımız yanıklar oluşur. Bu insanlar için yapılabilecek pek bir şey olabileceğini sanmıyorum. Çanakkale savaşında doktorların “Gölge bir yere yatırın“ dedikleri şekilde ölmeden mezara konacak, ölüme terkedilecek yaralılar olma olasılıkları son derece yüksektir. Bu olanlardan dokuz saniye sonra ancak ultrasonografik hızda (Ses hızını aşan bir hızda) gelen basınç dalgaları, o zamana kadar bombanın yarım bıraktığı işi tamalayarak insanları bir top gibi etrafa fırlatıp, çarpıp, olmadı önüne kattığı maddelerin kurşun etkisiyle işini tamamlamaya çalışacaktır. Evlerinin içindeki insanlar bile bundan fazlasıyla etkileneceklerdir. On kilometre çap içinde sadece özel sığınaklarda, metrolarda ve benzeri mekânlarda bulunanlar belki bu ilk aşama etkilerinden bir miktar korunmuş olabileceklerdir. Birçok atom bombası ve radyoaktivite konusunda bilgisiz ya da aymaz stratejist, hala atom bombasından korunulabileceğini, sağ kalanların hasarları bir şekilde atlatabileceğini ve savaşmaya devam edebileceklerini varsayarak, aslında bir şekilde olayları hafife alarak savaş kışkırtıcılığı yapmakta ve savaşı cinayet haline getirerek insanlık suçu işlemektedirler. “Yeterince kan stoku varsa atom savaşına bile hazır sayılırız“ gibi sloganlar, rusların kazma küreklerle basit siperler açarak, üstlerini örtme gibi yaklaşımları bu türdendir. En önemli sakıncası ise halka, atom bombasının aslında o kadarda korkulcak bir şey olmadığını telkin ederek hafife alınmasını sağlamalarıdır. “Sonuçta alt tarafı bir savaş işte ” algısı vermekte, alarm zilleri çalması gereken sivilleri bir nevi uyutmaktadırlar aslında. Çünkü geleneksel savaşlardan hiç biriyle kıyas kabul etmeyecek hasarlardır söz konusu olan. Hele bir de atom reaktörleri, ya da atom artıklarının saklandığı depolar varsa saldırılan alanda, durum çok daha vahimdir. Ve bu olasılık atom enerjisi çığırtkanlığıyla paralel olarak hızla artmaktadır da. SS-30 roketi 1600 metre yükseklikte değil de....Yere çok daha yakın bir mesafede patlatılırsa, oluşacak “ Fall Out “ çok daha geniş alanları çok daha uzun süreler etkisi altına alacak ve vereceği hasar uzun vadede çok daha yüksek olacaktır. Olası bir nükleer savaşta artık bir tane SS–20 roketi atılmayacağını öngörmek herhalde abesle iştigal değildir. Japonya ya bile iki tane atom bombası atılmıştı. Hele eldeki roketlerin sayısı o kadar fazlayken ve stratejistlerin vurmaya değer hedefler belirledikten sonra hala ellerinde kalan onca roketi ve nükleer başlığı ne yapacaklarını bilemez haldeyken, insanoğlunun elindeki kaynakları savaşta cömertçe kullanabileceklerinden kuşku duymak başka bir aymazlık olarak değerlendirilebilir. Yıllar öncesinden aklımda kalan sadece bir ülkenin elindeki 25.000 atom başlıklı roketi bir savaşta hangi hedeflere yönlendirirdiniz? Bir harita başına oturup bu kadar hedef belirlemeyi bir deneyin bakalım. Bunca atom başlıklı roket insanları öldürme amacıyla hazır beklerken, insanoğlunun hala huzur içinde uyuyabiliyor olması da ilginç gelmiştir bana hep. Sanki ırk olarak ta genlerimizde ırkça intihar etme potansiyeli programlanmış gibi. Ayrıca bir de karşı saldırı olasılığını ve karşı tarafın kullanacağı atom başlıklı roket sayısını düşünün. Roketleri yönlendiren navigasyon cihazlarının son roketler de havalandığında hala gezegenimizi doğru tanıyıp, roketleri doğru konumlandırarak yönlendirebileceklerine dair bile ciddi kuşkularım var. Ertesi gün diye bir şey olursa insanoğlu için, o günün nasıl bir gün olabileceğini düşünmek istemiyorum. Oldukça karanlık olacağı kesin. Einstein’ ın dediği gibi 4. dünya savaşı da artık taşla sopayla olur kesin. Birkaç kuşak sonra da uzaylılarla tanışırsak, uzaylı astrobiologlar içinden de, bu kadar komik ve ilginç zeki yaratığın aynı gezegende bulunmasını popüler ve magazinsel kaygılarla, diğer yıldızlardan sık sık ziyaret aldığımız varsayımıyla açıklayacak birileri çıkar mı dersiniz? Bir tek yanık vakasının bile ne kadar nitelikli altyapı ve eğitilmiş insan emeği gerektirdiğini, maliyetini az çok bilen bir insan olarak, böyle bir tek saldırıda bile ülke çapında asla hazır olup altından kalkabileceğimizi düşünemiyorum. Bu gelişmiş olarak nitelendirdiğimiz avrupa ülkeleri için de aynen geçerlidir. Siyasetçilerin avrupa da hekimlerin zorunlu olarak atom savaşı olasılığına karşı eğitilmeleri önerileri de abesle iştigalden başka bir şey olmayıp, halkı yatıştırma ve uyutma politikalarıdır. Şimdi gelelim küçümsenen, başların kuma sokulduğu ışın hasarına…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder