İnsanoğlunun küçük gruplar halinde belli bir bölgeyi sahiplenerek kırk gün
taban eti, bir gün av eti mantığıyla bölgede gezmeye başladığı ve ağırlıklı
olarak toplayıcılıkla geçindiği dönemlere bir dönelim.
Elleri daha olgun, güzel görünen ve iri meyvelere
gidiyordu haliyle. Toplarken, önce en güzellerini, sonra da daha az güzellerini
seçiyorlardı muhtemelen ve saklama şansları yoktu. Doyana kadar yiyor ve devam
ediyorlardı yollarına.
Ya daha yerken ayıkladıkları çekirdekler sayesinde ya
da yuttuklarını dışkılayarak insanoğlunun beğendiği meyve ve bitki türleri bir
şekilde seçiliyor, çoğalıyordu. Aynı bölgede aynı rutlarda dolaşmaları binlerce
yıl içinde insanla çevre arasındaki uyumu arttıtmış ve bazı bitki çeşitleri
böylelikle evcilleşmiştir.
Mendel ve sonrasındaki bilinçli evcilleştirme
teknikleri, hatta genetik oynamalar devreye girmeden, insanoğlunun bitkileri
evcilleştirmesi muhtemelen böyle başlamıştı...
Günümüzde orantılamaya çalışırsak gezegenimizde, bir
elmanın üstüne “hoh” layarak
oluşturacağımız buğu kalınlığında, tüm canlıların yer aldığı sahne olan bir
biosferden bahsetmek mümkündür. Bu biosfer, neredeyse tamamen insanoğlu
tarafından evcilleştirilmek üzeredir. Yani insana hizmet etmeyen türlerin soyu
kurumakta, yok olmaktadır. Bu bio çeşitliliğin doğal yollarlarla yok olma
olasılığı, günümüzde insanoğlu sayesinde 100 ila 1000 kat daha hızlanmıştır.
İnsanoğlu verim almak amacıyla büyük plantajlar
kurmuş, yetiştirmeye çalıştığı monokültürler (Tek tür) yüzünden bir uçtan giren
hastalıklar ve zararlılar da öbür uçtan çıkacak kadar sınırsızca yayılma
fırsatı bulmuştur. Karışık bir çeşitliliğin bu yayılmayı sınırlayıcı etkisi
ortadan kalkınca, oluşabilek hasarları önlemek için insektisid (Böcek
öldürücüler) ve pestisidler (Bitki ve hayvanları zararlılardan korumak amacıyla
kullanılan kimyasallar) kullanılmaya, verimi arttırmak için gübre ve
hormonların kullanılması gündeme gelmiştir.
Söz gelimi yağ elde etmek amacıyla yetiştirilen bitki plantajları birer monokültürdür. Yağ elde etmek amacıyla yetiştirilen, kimyasal yapı olarak mükemmel bir yağ olsa bile; kullanılan bu insektisid ve pestisidlerden ne kadar arındırılarak yağın elde edildiğini tüketmeden önce iyi araştırmak gerekir diye düşünüyorum. Monokültür yetiştirmenin bedeli vardır ve insanoğluna bir şekilde geri döner.
Sözgelimi binlerce türün yok oluşu gündelik
yaşantımızda her ne kadar umurumuzda olmasa bile çeşitliliğin azalması,
milyonlarca yılda oluşmuş hayvan (Fauna kesimi – hayvan türünün yok olması) ve
bitki türlerinin yok olması (Flora kesimi), alarm zillerimizi çaldırmaya ve
önlem almaya yetmeli kanaatindeyim.
Bindiğimiz dalı kesmeden ve çok geç olmadan önce
insanoğlu hızla biyoçeşitliliği koruyacak ve kimyasalları azaltacak önlemleri
almalıdır.
Yeraltı sularının temiz kalmasını sağlayacak koruma
yöntemlerini ve yine yenilenebilir su seviyelerini de korumak gerekir.
Yaklaşık 3 (Üç) milyar yıldır gezegenimizde hayat
olduğunu varsayarsak ve bunu 300 metre uzunluğunda bir ipin üzerinde göstermeye
çalışırsak, son 60 bin yıldır bu haliyle gezegende boy göstermeye başlamış
insanoğlunun kapladığı alan bir milimetrenin yaklaşık % 1’leri civarına denk
gelir. Bu kadar kısa bir sürede koskoca gezegende yaptığımız etki, özellikle
son ikiyüzyıldır gittikçe artan ve hızlanan bir şekilde, uzaydan bakınca bile
rahatlıkla saptayabildiğimiz gibi gezegenimizin rengini de, çehresini de
değiştirmiştir.
İnsanoğluna bahşedilen bu zekanın getirdiği sorumluluk
bilincini de ortaya koyup bazı hırsların kurbanı olmadan, pervasız otoriter
tavırla ve iyimserlik prensibiyle değil, karmaşık bir sistemin bir parçası
olduğumuz bilinciyle, gezegenimize iyi bakmamız lazım.
Mavi gezegenimizin mavi kalması dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder