5 Ocak 2014 Pazar

Işın hasarı neler yapar ?




Tek kelimeyle anlatılan bu hasarın, aslında birçok yüzü vardır. Parçacık şeklinde olan ışımalar (Helyum çekirdeği diyebileceğimiz 2 Proton ve 2 Nötrondan oluşan alfa ışıması ve elektron olarak tanımlayabileceğimiz beta ışıması) doku yüzeylerinde çabuk frenlenirler ama yüksek miktarlarda enerji aktararak yanık türü hasarlara neden olurlar. İonize edici etkileri vardır. Oysa Gama ve Röntgen ışımaları çok tehlikelidir. Bedenin derinliklerine işlerler. Verdikleri hasar isabet sayısına ve isabet ettikleri moleküllerin biolojik işlevlerine göre değişir. Bir atomun en dış yörüngesindeki Valens (değerlilik) elektronlarından biri etkilenerek, oluşmuş bir kimyasal bağ kırılırsa sorun başlar. Çekirdek düzeyindeki zincirleme tepkimeler için geçerli olan ‘kritik kütle ‘ gibi düşünebiliriz. Ölümcül dozdaki ışınların bile isabet yüzdesi belkide bir milyarda bir kadardır. Yani asıl DNA yı oluşturan dev molekküller gibi önemli işlevi haiz moleküller risk altındadır denebilir. 10 milyar basamaklarında büyüklükleri olan atom sayısından oluşan DNA moleküllerinin isabet alma oranı en az on isabetle gayet yüksektir. Metabolizma ile ilgili bir molekül isabet alıp bozunursa, organizmanın bunu tolere etmesi nisbeten kolaydır. Yerine koyabileceği bir moleküldür bu. Olmadı aynısından diğer molekküller onun işlevini yerine getirebilirler. Yani onarılabilir ve üstesinden gelinebilir bir durumdur sonuçta. Hem büyüklükleri ortalama 100.000 atom civarında olan bu molekülerin isabet alma oranı da on binde bir civarındadır zaten. Yani on bin molekülden birinin isabet alma olasılığı vardır. Ama genetik materyalin, yani DNA molekküllerinin hasarlandığı durumlarda işler değişir. Molekülün yapısı artık tümden ve kalıcı olarak değişmiştir. Işın hasarına maruz kalındıktam saatler sonra yorgunluk, başağrısı, bulantı ve kusma başlayabilir. Ama organizma bunu büyük ölçüde tolere edebilir (Başa çıkabilir) ve bir kaç gün içinde kişi kendisini yeniden iyi hissedebilir. Ama bu safha aldatıcıdır. Onarılan, ölen hücreler zaman içinde yerine konmalıdır. Hücre bölünmeleriyle bu ölü hücreler yerine konmaya çalışılır. Kemik iliğinde, dalakta vs. Kanda bulunan kök hücreler devreye girmek zorundadır. İşte bu safhada sorunlar başlar. Onmilyar atomdan daha büyük olan bu DNA materyali istatiksel olarak en az on yerinden hasar almıştır. Yani bölünme ve sağlıklı yeni bir hücre oluşturma ve yerine koyma yetisi etkilenmiştir. Kendini toparlamış gibi görünen ışın hasarı kurbanlarının gelecekteki yaşam kaliteleri yerine konması gereken hücrelerin yaşam süreleriyle ilgilidir artık. Örneğin kan hücrelerinin yaşam süreleri üç ay kadardır, ya da 120 gün diyelim. Vücudu savunan Akyuvarlarda ise bu süre birkaç gün ila bir kaç ay arasında değişebilmektedir. Kanın pıhtılaşmasından ve kanamaların durmasından sorumlu Trombositlerin yaşam süreleri ise bir kaç gündür. Şimdi hesaplayabiliriz neler olabileceğini. Hasta ağzından, burnundan ve bağırsaklarından kanamaya, kan kaybetmeye başlar önce... En geç iki hafta kadar sonra akyuvarlarda devre dışı kalıp enfeksiyonlar ilave olmaya başlar. Ciltte, ağızda ve boğazlarda, akciğerlerde enfeksiyonlar yerleşmeye başlar. İshaller ve su kaybı, bunları takiben elektrolit dengesizliği (Tuz dengesi diyelim) gelişir. Bağırsak yüzeyindeki hücreler de yerine konamayarak tablo daha da şiddetlenir. Bu gözümüzün önüne getirmek istemeyeceğimiz katlanılmaz bir tablodur. Ve ışın kurbanı bir kaç hafta içinde hayatını kaybederek huzura kavuşur. Hastalar bir şekilde ölümcül dozun altında ışın almışlarsa bile risk hala sürmektedir. Ömürleri boyunca kanser olma riskleri son derece yüksektir. Hamile kadınlar çocuklarını kaybederek düşürürler. Ama genetik hasarın gelecek nesillere de aktarılabileceğini, özürlü doğumlarla daha nesiller boyunca karşılaşılabileceğini akıldan çıkartmamak lazım. Bir duvar yazısında (Grafitti ) bu ironik olarak şöyle ifade edilmişti: “ Atom silahlarına evet, de, komik çocukların olsun “. Ödenecek maddi ve manevi fatura çok çok yüksektir. Atom bombası atılan alandaki radyoaktivite oranının, radyoktif mateyalle çalışanlar için kabul edilmiş en yüksek düzey olan yıllık 5 rem düzeyine inmesi bir yılı bulur yaklaşık. Toplum için, yani hastalar için kabul edilebilir olan yıllık 0.03 rem düzeyine düşmesi ise on yıl ve daha fazla süre alır (‘ rem ’ birimi 1985 te terk edildi. 1 rem = 0,01 Sv = 10 mSv. İsveçli bilim adamı Rolf Sievert’e atfen. Ya da Gy (Gray) kullanılır günümüzde) Bomba yere yakın patlatılmış ve “ Fall Out “ miktarı yüksekse bu süre çok daha uzun olabilir ve kapsadığı alan çok daha büyük olabilir.( Hiroşima bombası da patlamanın gücünden emin olsalardı o zamanlar 800-900 metre yukarıda patlatılırdı maksimum hasar hesaplamalarıyla) Şimdi neden sadece atom bombası ve reaktörlere karşı olmamızın yetmediğini, yarılanma ömrü 26.000 yıl kadar olan Plutonyum gibi radyoaktif materyallerin bu kadar uzun sürelerce saklanmasının, gelecek nesiller için nasıl bir risk oluşturduğunu, ve bencilce bugünkü enerji ihtiyacımızı karşılayalım derken, gelecekte nesiller boyunca nasıl kabul edilemez bir riske yol açtığımızı ve gelecek nesillere miras bıraktığımızı anlamış olmalısınız. 26.000 yıl boyunca hiç bir kaza, sabotaj, savaş hedefi vs. Olmadan, doğaya karışmadan mühürlü bir şekilde saklanmasının kabul edilebilir olduğunu düşünüyorsanız mesele yok. Normal vatandaş için öngörülen maksimum ışın dozu 1 sievert, bir fetüsün doğana kadar alabileceği maksimum doz 1 sievert olarak kabul edilirken, Japonya da Fukushima felaketinden sonra okul çocuklarının 20 sievert’ e kadar ışın almalarının sorun olmayacağı kabul edildi Japonya’ da. Zorunlulukların siyasetçileri de, bilim adamlarını da nasıl uzlaşmalara zorladığını görmek açısından önemli bir ayrıntı olarak aktardım burada. Atom enerjisi anlatılırken bazı kavramları bilmeden, anlamadan asla evet dememeliyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder