5 Ocak 2014 Pazar

İletişimin temel ilkeleri







 Poliklinik yaparken dikkat ederim; bazı anneler vardır, kapıdan girip çocuğu muayene masasına getirene kadar ayak üstü;
- Tehdit : “ Uslu durmazsan iğne yaptırırım bak “
- Suçlama: “ Dondurma yersen böyle olur işte, şimdi sana iğne yapsınlar da gör “
- Rüşvet: “ Bak uslu durursan sana şeker/ balon / bisiklet…vs. alacağım. Bak doktor ne verecekmiş ama... “
- Yalan: “ Acımayacak / Sana değil bana iğne yapacaklar / Bu son …. ” (Enjeksiyona geldiklerinde)
- İftira: “ Doktor amca kızar, sonra iğne yapar bak. Dokunma onlara…. ”
gibi, aslında nitelendirdiğinizde, tanımladığınızda kabullenmedikleri, kesinlikle onaylamadıkları, reddettikleri hatta yargıladıkları davranışlarda bulunurlar kendi çocuklarına karşı.
   
Ve bunu son derece büyük bir iyiniyetle yaparlar. Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla böyle de döşenebilir.

- “ Yoksa durmuyor “ diye bir de savunurlar bu davranışlarını…

Yani ne farkındalıkları vardır, ne de farkına varma gibi bir kaygıları. Çocuklarına ne yaptıklarının, kendilerine karşı olan güveni ne kadar temelden sarstıklarının ve çocuklarına yalan söylemeyi bizzat öğrettiklerinin ayırdında bile değillerdir. Kendilerinin de böyle yetiştiklerini düşünmekten kendimi alıkoyamam çoğunlukla...

Bana karikatürize siyasetçinin “ Yoksa oy vermiyorlar “ diye yalan söylemeyi mubah görmesini çağrıştırır nedense.



- " Bu hiç bir şey yemiyor " diye gelen anneler de var hastalarımın içinde
(Çocuğun ismi yok, sadece Bu). Biraz deşince, yeter ki çocuk yesin diye çocucuğun peşinde koşan anneler, annelerini parmağında oynatmayı öğrenmiş patron çocuklar, kalabalık ailelerde nine-dede den çifte mesaj (Birinin olur dediğine diğerinin hayır demesi...) alan çocuklar çıkar altından genellikle...

Başı, sırtı filan ağrıyanların eşiyle, kaynanasıyla, geliniyle sıkıntıları, depressif ruh hali çıkar altından. Biraz daha eşelerseniz ağlayanlar, geçim sıkıntıları, mutsuzluklar dökülür.



" Bunlar beni dinlemiyor " diye çocuklarından şikayet edenler, eşinden, kendi ana-babasından, kaynanasından, kaderinden şikayet edenler,

- " Çocuklar var, gidecek kapım yok " diyenler, ama illa ki seçeneksizler...

Yetiştirdikleri kızları da annelerini ve çevrelerindeki kadınları göre göre " Sindirella " modunda gerçeklerden kopmuş, hayal dünyasının kolaycılığı ile babalarının kafesinden kocalarının kafesine doğru yolculuklarını sürdürürler. Özgürlüğün bedeli ödenmeden özgür olunamayacağını anlatamazsınız kendilerine.... Özgürleşmek iç görü ve cesaret ister.




Herşeyin bir bedeli vardır oysa. Özgürlüğün bedeli avucundaki fıstıkları bırakamadığı için elini yere gömülü küpten çıkartamayıp kafese konan maymun için vazgeçmektir sözgelimi. Evliliğin bedeli sadakattir. Herşeyin bir bedeli vardır hayatta...


Anlatırken kurdukları cümlelerde bile özne değil nesne dirler gramer olarak. " Beni üzüyorlar " derler, " Şöyle şöyle yaptıklarında üzülüyorum " demezler.

Aynı şeymiş gibi algılanabilir belki ama değil. Birincisinde, sanki kendi üstlerinde iki tane düğme varmış, birine basılınca mutlu oluyorlar, diğerine basılınca mutsuz oluyorlarmış gibi seçeneksiz ve edilgin, bütün sorumluluğu başkalarında arayan nesne; Diğerinde ise herkes herşeyle karşılaşabilir hayatta ama tepkilerimizi biz seçeriz anlayışında bir özne. Yani suçlamak ve sadece başkalarını sorumlu tutmak yerine sorumluluk alan, sürecin pasif bir ögesi değil aktif bir aktörü olarak kendini ortaya koyan bir anlayışın dile yansımasıdır bu ifade tarzları. Sorumluluk alıp seçeneklerini oluşturur özgür olmak için.



" Acıktım " yerine " Karnım acıktı " ; " Arkadaşlar öyle istiyorlar "; " Diye düşünüyorum "; gibi arkasında pek durmadığımız, iddialı olmayan, dilimize yerleşmiş ve kanıksadığımız kalıplar da aslında sorunlarla ne kadar doğrudan yüzleşmeyip, sorunların etrafından dolandığımızı, biraz da kararları karşı tarafın anlayışına ve insafına bıraktığımızı, isteklerimizi aracısız ve doğrudan iletmekten kaçındığımızı , karar verip sorumluluk almaktan çekindiğimizi gösterir mi.... üstünde düşünmeye değer buluyorum.

" Sen her zaman böylesin "; " Sen hep böyle yaparsın zaten " türü cümleler sen iletilerine örnektir. Öfke ve kızgınlık - çaresizlik ifade etmekle birlikte - suçlamalar her zaman sen iletileri şeklindedir. Oysa ben iletileri kişiyi toptan yargılamaz ve kendi duygularını da karşısındakine / ilişki içinde olduğu kişiye iletir. " Sen şöyle şöyle söyleyince / yapınca ben inciniyorum " şeklinde, söz gelimi.

Çocuğu kaybolan ve onu arayan annenin birincil duygusu kaygı ve meraktır, bulduğunda çocuğuna sarılıp onu ne kadar merak edip aradığını, onun için ne kadar kaygılandığını anlatacağına, kendisi rahatlayıp çocuğu suçlayan, tehdit eden, hatta şiddet uygulama kıvamına gelen ikincil duygusu ön plana çıkan çok anne-baba görürsünüz. Duyguları ayrıştırmak önemlidir.

Kişilerin görsel, işitsel, kinestetik gibi düşünme / hissetme ve algılama tarzları vardır (Aslında hepimiz mixed tiplerizdir de, ağırlıklı olan, baskın bir dilimiz vardır) . Bir tatilköyü reklamı yaparken görsellere denizin rengini, işitsellere dalgaların sesini, kinestetiklere kumlara basarken ayak tabanlarında hissedecekleri ince kumların gıdıklamasından ve deniz suyunun sıcaklığından filan bahsedersiniz. Hatırlayın okul hayatımızda herkesin kendi öğrenme tarzı vardı, herkes farklı şekilde ve farklı mekanlarda öğrenirdi. Kimisi yazarak, kimisi sesli tekrarlayarak, kimisi masada, kimisi kantinde, kimisi sessizlikte ve yatarak çalışırdı örneğin. Hedef kitleye yönelik te onun gözünden bakıp, geniş bir yelpazeye hitap eder tarzda seslenmek gerekir.

Seslenmek (İşitsel), tabloyu çizmek (Görsel), Ortaya koymak (Kinsestetik) gibi kalıpları kullanmak, bunları farketmek, iletişim kurmak istediğimiz insanların dili hakkında bir fikir verir örneğin.


Karşınızdakinin konuşmasını kesmeden, bölmeden, en önemlisi yargılamadan sonuna kadar dinlemek, arasıra da onu dinlediğinizi belirten, ama papağan durumuna düşmeden, değişik kelimelerle, özellikle duygularını tanımlayarak kısa kısa geri bildirimlerde bulunmanız, onun size güvenini arttırıp, sizi sempatik bulmasını sağlar, Kenidini dinlenmiş, anlaşılmış, kendisine değer verilmiş hisseder. Buna da " Aktif Dinleme " denir.


Bir ata avucunuzla şeker verirken, şekeri hayvanın ağzına kadar götürmezsiniz, biraz uzukta tutarsınız, gelir şekeri kendisi alır. Bilinçaltına ' efendi kim ' mesajı verirsiniz. (Bayanların sigarasını yakarken de geçerli olabilir ) Baba figürü çizen siyasetçilerin tokalaşmalarına dikkat ediniz, sizi kendi alanlarının içine çekecek şekilde dururlar. Konuşurken de avuç içleri belirgin şekilde hep yere bakar pozisyonda konuşurlar, hitler ya da roma selamı gibi örneğin. Avuç içleri açık ve havaya bakıyorsa güven vermeye çalışılıyorlardır sözgelimi. Eller bile neler anlatır....

Karşınızdakiyle - Kelime ne kadar yanlış değil mi? hemen rakip, karşıt çağrışımları yapıyor. Anlaşmak istediğiniz insanla aynı yöne bakar tarzda, belkide 45 derecelik bir açıyla yan yana oturursunuz, karşı karşıya değil... - Aynı kelimeleri kullanmak, aynı ben dilini kullanmak, sizi sempatik ve çekici yapar. Bu biraz ustalık ve çalışma isteyebilir. Buna " Aynalama " denir. Profesyoneller çaktırmadan nefes alışına ve göz kırpışına kadar senkronize olurlar hedefleriyle. Bir süre sonra karşınızdaki de sizi taklit etmeye başlar farkına varmadan Buna da " Yönlendirme " denir, yani karşınızdakine sandwiç ikram edebileceğiniz safha. 




" Kulağına su kaçırmak ", " Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek " gibi deyimler vardır dilimizde. Kaygılarımızı öncelikle yansıtırız iletişimimizde. Yürüyüp, koşmaya başlamış çocuğun caddeye çıkmasından korkan anne, bu korkusunu çocuğa bulaştırır ve " Sakın caddeye çıkma " diye tembihler çocuğunu. Ya da biraz daha büyümüş çocukları evde bırakıp çıkmak zorundalarsa ve gürültü yapıp komşuları rahatsız etmeleri istenmiyorsa " Sakın yaramazlık yapmayın " diye tembihlerler çocuklarını. İnsan beyni " Yap  " komutu ile çalışır. Cümlenin sonundaki -ma eki biraz işlevsizdir. Yani çocuklar bu tembihleri " Caddeye çık ", " Yaramazlık yap " şeklinde algılar. Çocuğa kaygınızı anlatıp sonra da yapması gerekeni " Burada kal ", " Uslu dur " şeklinde tembihlemek daha anlamlıdır. Hatta bu yap komutuyla çalışma prensibi mağaza isimlerinde, reklamlarda son derece akıllıca kullanılmaktadır. Alışverişe çıktığınızda eşinize, çocuğunuza çaktırmadan " .... vazgeçmeyi düşünür müsün....." ('vazgeç') şeklinde bir cümleyi konuşma arasına sandwiçleyin, yani telkin tekniğine uygun yap komutlarını cümle içinde çaktırmadan kullanın ve ustalaştıkça sonuçlara şaşırmaya devam edin.....

Yabancılar eşleriyle barışırken çiçek alırlar, ya da yemeğe çıkarırlar. Çiçek solar çöpe gider, yemek unutulur. Ama bir bilezik, yüzük aldıysanız vay halinize.... Hanımların harddiskleri kapasite olarak sonsuz gibidir. 15 sene sonra bile baktıkça hatırlarlar. Yani kalıcı hediyeler mutlu anlarda verilir, insanlar sizleri mutlu anlarıyla birlikte ansınlar.... İnsanları çapalamak, bir duyguyu, bir düşünceyi başka bir nesne ya da davranışla çağrışım yapacak şekilde koşullamak, sanattır.

Bir şeyi öğrenirken; Örneğin yabancı dilde, kelimeleri tekrarlarsınız. Sözgelimi 100 tane kelimeyi belli bir sürede ezberlersiniz. 24 saat sonra kontrol ettiğinizde yüzde seksenini belki hatırlamazsınız. Ama tekrar ezberlerken çok daha kısa sürede öğrenirsiniz ve ertesi gün yüzde 70' i unutulmuştur. Yani her seferinde daha hızlı öğrenir, daha az unutursunuz. Buna öğrenme/unutma eğrisi denir. Araştırmalar yapılmış, bu tekrar aralıkları ne kadar olmalı diye, gittikçe uzayan aralıklarla verimli olunabileceği keşfedilmiş. Reklamlara bakalım. Önce uzun, yoğun ve sık yayınlanan reklamların gittikçe arası açılır ve süreleri kısalır. Zamanla sadece hatırlatma reklamları yayınlanır.
Hatta sadece slogan tekrarlanır. Parça bütünün yerini tutar ....

Kuşun tamamını çizmek yerine kuş gagası ima eden basit bir işaret yeter artık.  Zamanı ve parayı verimli kullanmak lazım. Biz bunlardan günlük ilişkilerimizde, öğrenirken ve halkla ilişkilerde de yararlanabiliriz. Sistematik tekrar ın psikolojisi oldukça verimli bir konudur.

Bunun yanı sıra bir de benim " Hacıyatmaz yinelemesi " dediğim yinelemeler vardır. En güzel örneğini, her konuşmasını " İn cetere censeo cartaginem esse delendam "- Ayrıca, Kartaca yıkılmalıdır - diye bitiren Cicero vermiştir. Sonuç alana kadar ısrarla gündemde tutma....

Ve insanlara bir şey satacaksanız - Mal, hizmet, fikir .... Geniş anlamda - duygulara hitap edersiniz, akıla mantığa değil. Almak ya da almamak için gerekçelerini kendisi yaratır insanlar. Ya biraz daha gezip, bakıp daha uygunu var mı diye bakacaktır, ya da kaçırılmaz bir fırsattır ve önemli bir ihtiyaçtır, hemen alacaktır... Bunun için hedef müşteriyi / kitleyi iyi tartmak gerekir, prestij mi istiyor, hikaye mi satmak gerek, gidince eşine dostuna anlatacağı.... Kozmetik reklamlarına bir bakalım, barındırdıkları etken maddelerini mi satıyorlar, yoksa güzellik, gençlik, özgüven vs. mi. Fikirleri de böyle ambalajlamak, sloganlaştırmak lazım.

Anlatacaklarınız bazen kısa formata sığmaz. Hani; " Kısa yazacak kadar vaktim yoktu " derler ya, işte öyle. Ama vakti dar karar verecek pozisyondaki insanlarla ilk yazılı iletişiminiz kısa ve öz olsun, ana fikir bir A4 formatını geçmesin mümkünse. İlgilenirse nasıl olsa ayrıntılandırırsınız.

Gazete başlıklarına bakın. Altında büyük ve okunaklı olarak ilginizi çekeçek bir kaç satır olur. Ayrıntıyı merak ederseniz altındaki küçük ve daha uzun olan yazıları da okursunuz.

Dikkat edilecek en önemli noktalardan birisi de, daha iletişime başlarken hedefinizin ikna etmeye çalıştığınız konuda karşı söylemde bulunmamasıdır. Konuyu öyle açmalısınız ki, sizin çizginize yakın bir şeyler söylesin. Söyledikleri yazılı, ya da basın önünde olursa bu konuda ilk söylemini sürdürmek ve savunmak durumunda olacak, onu kendi söyleminiz için kazanmanız, ikna etmeniz daha kolay olacaktır.

Gündemde yer almak ve konuşulmak için ise dozunda bir kışkırtıcılık gerekebilir. Ustalık ister...

*
Bütün bunları çok çok çok kısaca neden anlattım?
Kendi iç iletişimimizi, birbirimizle olan iletişimimizi, çevremizle olan iletişimimizi bir gözden geçirelim; tartışma ve mail-gruplarında kullandığımız dile bir de bu yönleriyle bakalım, dikkat edelim istedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder