5 Ocak 2014 Pazar

Toplumsal bir ritim tuttursak





Çocuklarıma bakıyorum, sabah gidiyorlar okula, taa öğleden sonra akşamüstü sayılabilecek bir vakitte, ancak eve gelebiliyorlar.
Yarış atı modundalar; ev ödevleri haricinde bir de özel ders ve dershane...
Gençlikleri böyle geçecek...

Biz veliler oturup bu düzen doğru mu? Nasıl olmalı? Diye alternatifler düşünmeyecek miyiz?

Çocuklarımızı üniversite sınavına mı hazırlıyoruz? Hayata mı?

Dershanelere para harcarken, çocuklarımıza gerçekten bir faydası, katkısı oluyor mu? Yoksa kendi vicdanımızı mı satın alıyoruz?

3 ay yaz tatili olacağına, 6 hafta yaz tatili olsa söz gelimi...
Müfredatı çağın gereklerine göre tekrar gözden geçirsek. Doğa tarihi, ilk yardım ve trafik (Lise biterken ehliyeti de alabilse herkes), temel sağlık ve temel hukuk bilgileri müfredatın bir parçası olsa sözgelimi. Ama dersler de saat 8’de başlayıp saat 13’te bitse, çocuklara yaşamak ve kendilerini geliştirmek için zaman kalsa...

Parklarımız boş. Sadece biraz yeşillik var. Coğrafya dersinde küçük gruplar oluşturulsa, sözgelimi "Güneş Sistemi " konu edilse. Bir grup güneşi, diğeri jupiteri, satürnü konu edinse.
 

 Bir parkta yol boyunca bunlarla ilgili orantılı maketler ve bilgilerin yer aldığı plaketler yer alsa yanlarında. Şehirdeki firmalar da sponsor olsalar, öğretmenleri kordine etse çalışmaları, belediye de destek verse...

Öğrenciler yıllar sonra bu parkları gezerken bunları biz yapmıştık diye anıları ve başarı duyguları olur. Vatandaş ve öğrenciler de gezerken farkına bile varmadan bilgilerini arttırmış olurlar. Parklar birer laboratuara dönüşür.

Öğrenciler yıllar sonra bu parkları gezerken bunları biz yapmıştık diye anıları ve başarı duyguları olur. Vatandaş ve öğrenciler de gezerken farkına bile varmadan bilgilerini arttırmış olurlar. Parklar birer laboratuara dönüşür.


Belki kendi emeklerine hasar verilmesinden kaygı duyup, kendileri de başkalarının emeğine saygı duymayı, sahiplenmeyi öğrenirler. Ve belki kamu malına zarar veren, olmadık yerlere adını filan yazan insanların vandalizmi de azalır.

 Hatta insan kalbinin, böbreklerimizin, sindirim sisteminin vs. dev maketleri yapılsa parklara... İçinde insanların gezebileceği büyüklükte...
  
Hücrenin yapısı ve hücrenin yapıtaşları, periodik cetvel, organik moleküller, organlarımız, coğrafya... Neler neler düşünülebilir tema olarak.

Hücrenin yapısı ve hücrenin yapıtaşları, periodik cetvel, organik moleküller, organlarımız, coğrafya... Neler neler düşünülebilir tema olarak.

Küçük çaplı bir Bilim ve Teknik Müzesi...


Bir Planeterium.... 
















Yağlı boya resimlerin birer kopyasını çıkartan makineler bile var artık. Newyork'a, Londra'ya, Paris'e, Berlin'e gitmeye gerek kalmaz belki büyük çoğunluk için. Bir Replika Sanat Müzesi bile düşünülebilir.

Uçak ve hızlandırılmış trenlerle gittikçe zaman olarak kısalan mesafeler, Eskişehir’i son derece cazip bir yer haline getiriyor.

Üniversite kenti kimliğini kazanmış bir şehre tüm bunlar ne yakışırdı...

Nasıl Avusturalya, Sindey deyince o meşhur opera binası aklımıza geliyorsa, öyle binalar yapsak, uluslararası yarışmalar açıp... Gelenlerin " İşte ben buradayım " diye önünde poz verip fotoğraf çektirebilecekleri, dünyaca meşhur, ülkemizin ve kentimizin simgesi olabilecek mimari yapılar…

Parklarda belediyeler orkestrası hafta sonları konserler verse...

Hafta içi de geniş meydanlarımızda haftada bir gençlere yönelik müzik grupları çıksa...

Kentli nüfus, esen bu kültür rüzgarlarıyla keyif alsa, nefes alsa, paylaşsa...

Kapalı yüzme havuzları, gençlik evleri olsa belediyenin işlettiği...

Hani eğitilmiş sosyolog ve psikologların görev yaptığı, okul çıkışı ve tatil günlerinde kızlı erkekli belli yaş gruplarındaki gençlerin toplandıkları… Sembolik ücretlerle, harçlıklarının bir bölümüyle ödeyebilecekleri fiyatlarla masa tenisi, bilardo vs. oynayabildiği, küçük bir cep sinemasında DVD seyredebildiği, alt kat ya da bodrum katında kendi aralarında haftanın belli günleri disko yapabildikleri güvenli gençlik evleri...
Belediyeler bunları sübvanse etse...

Raflarında güncel kitapların yer aldığı, 4-5 kitabı seçip evinize götürebildiğiniz, yaşayan cıvıl cıvıl belediye kütüphaneleri olsa... Gençler çok ucuza oyun, eğitim setleri, DVD ler filan da kiralayabilseler...

Hareket gelse parklarımıza... Spor hekimlerinin hazırladığı bir programla kendimizi sözgelimi sınıflanmış 5 gruptan birine soksak. (Vücut-Kitle Endeksi, dakika da nabız sayısı vs. gibi basit kriterlerle...)


 
Bir koşu yolunda koşmaya başlasak... Bir süre sonra küçük bir cep olsa ve orada girdiğimiz gruba göre belli sayıda şınav çeksek, sonra koşmaya devam etsek... başka bir cepte yine belli sayıda mekik çekip devam etsek koşmaya... Başka bir cepte bu sefer mekik çeksek, ya da dallardan sarkan iki halkaya asılıp bel hareketleri yapsak...



Çinlilerin, Japonların müzik eşliğinde hep beraber Tai Chi yaptıklarını görüp özenmiştim televizyonlarda... Bu geniş bir organizasyon gerektirir kuşkusuz. Ancak bir yerden başlamak gerek. Derse başlamadan önce öğretmenler dahil, 15 dakika müziği açsak hoparlörlerden ve sözgelimi apaçi dansı yapsak... 





    

Şehirlerimizde bisiklet yolları olsa... Bisikletleri bırakabilecek yerler... Parklarımızda paten yolları yapsak... Skateboard (kay kay) platformları olsa...

Hareket gelse hayatımıza...
Toplumsal bir ritim tuttursak...
Hareket ve egzersizi, bilimi ve sanatı hayatımızın ayrılmaz bir parçası yapsak...

Bir yerlerden mutlaka başlamalıyız ama...

Ben hayalini kurdum.

Paylaşıp hayata geçirmek çok mu zor?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder